Lupin'de Ara

ricam var

Arkadaşlar lütfen okurken yorum da yapar mısınız (anonim de yapabilirsiniz) ağladığınızı okumaya ihtiyacım var

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Son Bölüm hsav

Kötü Adam Olarak Nasıl Hayatta Kalınır - 110. bölüm yüklendi. (hava çok sıcak kendimi tatile çıkarıyorum umarım sonbaharda görüşürüz)

Bölüm 77: Parçalandı Vatan, Savurdu Rüzgar

Güney Yan Krallığı'nın tahıl ambarının tamamen yanması, Kuzey Krallığı'nın yorgun askerlerine soluklanma şansı verdi. Sonraki üç gün boyunca, sınır şehrini savunan Kuzey Krallığı'ndaki tüm askerler sanki karın içine karışmak üzereymiş gibi yas tuttu.

Savaş haberleri imparatorluk sarayına ulaşana kadar üç gün daha geçti.


Bakan raporu sunarken titriyordu. “Majesteleri, General Xie askeri erzakları sınıra başarıyla gönderdi fakat General Li...”


Bakanın sözleri henüz bitmemişken Xiao Yuan'ın göğsü aniden ağrımaya başladı, kaşları çatıldı ve zorlukla nefes alabildi. Kuzey Krallığı'nın kaderini değiştirmek için yaptığı tüm beyhude girişimleri sıralayan sesi duyduğunda göğsünü sıkıca kavradı. Bu ses aynı zamanda Kuzey Krallığı'nın sonunun sesiydi.


“Majesteleri... General Li...”


Xiao Yuan yorgunlukla gözlerini kapadı. Bakanın sözlerini bitirmesine gerek yoktu. Ne söyleyeceğini zaten biliyordu. 


Li Wuding isyan etmişti.


“General Li üç bin elit askeri düşman kışlasına gizlice girmeye ve tahıl ambarlarını soymaya yönlendirdi ama.... Ama... Düşmanın tuzağına yakalandılar ve hepsi, tüm ordu yok edildi... Hiç kimse, hiç kimse hayatta kalamadı.”


Xiao Yuan aniden gözlerini açtı. Bir anda ayağa fırladı. Nefes nefese kaldı. Dudakları solarak titredi. “Sen... Ne dedin... Ne....”


Sözlerini tamamlayamadan Xiao Yuan aniden şiddetle öğürmeye başladı, ağzından kırmızı kan boşalarak yere döküldü. Bu an herkesi hayrete düşürdü.


“Majesteleri!!!” Etrafındaki birkaç kişi endişe içinde bağırdı.


Xiao Yuan kanayan ağzını kapatırken kulaklarının çınladığını ve kafasının patladığını hissetti. Kendini hiçbir şey duyamaz halde buldu. Sanki kalbinin içinde büyük bir çöküntü vardı. Vücudunu boğucu bir acıyla tıkıyordu.


Bu nasıl olabilirdi?


Li Wuding ikinci erkek değil miydi?


Nasıl böyle ölebilirdi?


Neden ortada bir ihanet yoktu? Bunun yerine neden hepsi savaş alanında öldürülmüştü?


Birdenbire Xiao Yuan'ın gözleri Hong Xiu ile doldu: Pencerenin önünde duruyordu. Armut çiçekleri sessizce kar gibi dökülüyordu. Dönüp Xiao Yuan'a baktı ve ona gülümsedi. “Majesteleri.”


Xiao Yuan bir adım geri çekildi. Tekrar baktığında gözleri çaresizlik ve umutsuzlukla doluydu.


Gerçekten bir şeyleri mi değiştirmişti? Hong Xiu'nun ölümü gibi mi? Neden böyleydi? Neden? O sadece Kuzey Krallığı'nı korumaya çalışıyordu. Neden her seferinde daha fazla insan ölmek zorundaydı?


Xiao Yuan'ın zihninde tıslayan bir çınlama, uğursuz bir kahkaha gibi patladı. Yetersizliğiyle dalga geçiyor, omuzlarına üç bin can daha eklediği gerçeğiyle alay ediyordu.


Birkaç gün süren sıkı çalışma ve sürekli aksiliklerden sonra Xiao Yuan artık daha fazla dayanamadı. Yavaşça yere yığılıp bayılırken etrafını bomboş bir karanlık sarmıştı.


Xiao Yuan uyandığında hemen yatağın kenarında oturan Prenses Yongning'i gördü. Gözleri ağlamaktan kızarmıştı. Onun nihayet uyandığını görünce hıçkıra hıçkıra ağlarken panik içinde sordu: “Majesteleri Ağabey, nasıl hissediyorsunuz? İyi misiniz?”


Xiao Yuan elini uzatarak nazikçe saçlarını okşadı. “İyiyim, endişelenme.”


Prenses Yongning başını eğip gözlerinin kenarlarını ovuşturdu. Neredeyse bir kez daha gözyaşlarına boğulacaktı.


“Ning'er, bana bir söz verebilir misin?” Xiao Yuan yatakta doğrulup oturdu.


“Yongning söz veriyor, Majesteleri Ağabey iyi olduğu sürece, Yongning her şeyin sözünü verecektir.” Prenses Yongning başını kaldırdı.


Xiao Yuan güldü. Gözleri sular kadar nazikti. “Bugünden sonra ne olursa olsun yaşamaya devam etmeli, intiharı düşünmemelisin. Anlıyor musun?”


Prenses Yongning şaşkın görünüyordu. Yine de ciddi ve vakur bir ifadeyle başını salladı.


Xiao Yuan hâlâ acıyla çarpan kalbini bastırıp sordu: "Cephede durum nasıl?"


“Majestelerine cevabımdır...” Yatağın başucundaki bir bakan acıyla rapor verdi: “General Yardımcısı Xie, General Li'nin görevini devraldı. Birlikleri yeniden organize ediyor, intikam için askerleri sevk etme sürecinde.”


Xiao Yuan omuzları hafifçe çökmüş, dudakları hafifçe aralanmıştı. Gözleri moralsiz bir şekilde yatağa yaslanırken hafifçe "hm," dedi. Bir şeyler düşünüyor gibiydi. Uzun bir sessizlikten sonra tekrar konuştu: “Ben... Göğe Kurban Tapınağı'na gitmek istiyorum.”


Kuzey Krallığı'nda kurban için canlı koyun ve domuz gerekiyordu. Bakan bunu duyduktan sonra, “Kulunuz gidip her şeyi hazırlayacak.” diye cevapladı.


Xiao Yuan, “Hayır," dedi, "hiçbir şey hazırlamanıza gerek yok, sadece üç tütsü çubuğu yeterli. Göklere kurban sunmayacağım.”


Bakan kısacık bir anlığına irkildi. Hemen ardından yolculuk için hazırlıklara başladı.


Daha sonra akşam karanlığında, rahatsızlığına rağmen Xiao Yuan saray yerleşkesinin dışındaki Göğe Kurban Tapınağı'ndaki sunağa gitti.


Ne gariptir ki buraya son gelişinde Yan Heqing hâlâ yanındaydı. Ve bir de bu doksan dokuz basamak ile kanla lekelenmiş gibi görünen, batmakta olan güneş.


Sadece birkaç ay önceydi ama sanki bir ömür geçmiş gibi hissediyordu.


Xiao Yuan, Göğe Kurban Tapınağı'ndaki sunağın önünde eğildi. Rüzgâr ve kar uğulduyor, soğuk delip geçiyordu. Xiao Yuan üç tütsü çubuğunu tuttu, soğuk havadan derin bir nefes aldı ve diz çöktü.


Eğildikten sonra gözlerini tekrar kaldırdı. Tüm vücudu titriyor, gözyaşları bir pınar gibi akıyordu. İnce kar taneleri Xiao Yuan'ın üzerine düştü. Ne var ki bu hafif dokunuşlar bile onu ezecek gibi görünüyordu. Uğuldayan rüzgar, üç bin kızgın hayaletin alçak kükremesi gibi güçlüydü. O kederli sesler kafasına bastırıyor, Kuzey Krallığı'nın güvenliğine aldırmadan Yan Heqing'in gitmesine neden izin verdiğini soruyordu. Mırıldandı, sesi güçsüzlükle boğulmuştu: “Gerçekten elimden geleni yaptım... Özür dilerim... Özür dilerim...”


Ocak ayında büyük bir soğuk hava dalgası kar ve don getirdi.


Xie Chungui orduya komuta ederek iki ay boyunca umutsuzca savaştı. Ancak sonunda yine de yenildi.


Kuzey Krallığı gücünü toparlayamadı.


Ve iki gün sonra on binlerce süvari şehir surlarından içeri girdi.