Kuzeyden gelen rüzgar, beyaz otlar ve karla kaplı zemini art arda süpürüp geçti. Xiao Yuan bir gece uyandığında pencerenin dışındaki kuru dalları gördü. Dallardan kristal berraklığında buzdan çiçekler sarkıyor, kargalar soğuktan sefilce gaklıyordu. O kadar sessizdi ki iğne düşse yere çarpma sesini duyabilirdi.
Dün uykuya dalmasına yardım eden hizmetçi çoktan ortadan kaybolmuştu. Xiao Yuan yatağından kalktığında onu karşılayan şey tam bir kargaşaydı. İmparatorluk yatak odasındaki değerli eşyalar yağmalanmış, tüm altın ve gümüşler de ortadan kaybolmuştu.
Ancak Xiao Yuan buna şaşırmamıştı. Güney Yan Krallığı önceki gün başkentin dışında konuşlandığından beri imparatorluk sarayı kaos içindeydi. Akrabaları, bakan ve astları, hepsi kaçmıştı. Her yerde parçalanmış eşyalar vardı. O eski görkemli ve huzurlu imparatorluk sarayı artık yoktu.
Xiao Yuan yorganı kaldırıp ayağa kalktı ve giyinmeye başladı. Ancak bu ağır giysilerin o kadar karmaşık dizaynları vardı ki Xiao Yuan bunları nasıl düzgün bir şekilde giyeceğini çözemedi. Nihayet kalın bir dış cübbe ve kürkle sarınıp yatak odasından dışarı çıktı.
Tüm İmparatorluk muhafızları ve hizmetkarları çoktan saraydan kaçmıştı. Birkaç gün önce kendisine birkaç kez kaçmasını tavsiye eden bakanlar da çoktan gitmişti. Başlangıçta şarkılar ve danslarla dolu olan saray şimdi son derece ıssız ve kaotik görünüyordu. Bu, yükseliş ve düşüşün görüntüsüydü; bazı insanlar kusacak kadar öfkeliydi, diğerleri ise kargalar gibi, acılarını yalnızca ağlayarak gösterebilirdi.
Xiao Yuan karları çiğneyerek Yongning Sarayı'na kadar yürüdü. Yingfeng Yulu Köşkü'nün önünden geçerken durmadan edemedi.
Esasen altın kiremitleri ve kırmızı saçaklı köşk, şimdi kırık kiremitlerle kaplıydı. Orijinal refah artık görülemiyordu. Bu köşke bakarken Yan Heqing'in transa geçmiş gibi karları süpürdüğünü görebiliyordu neredeyse. Bir süre sonra düşüncelerini toparladı ve aceleyle oradan ayrıldı.
Yongning Sarayı da darmadağınıktı. Yerlere saçılmış giysiler ve kırık tahta parçaları vardı. Xiao Yuan aniden endişeye kapılarak aceleyle ana salona koştu.
Xiao Yuan'ın hiç beklemediği şey, Prenses Yongning'in yatak odasının aslında her zamanki gibi olmasıydı. Prenses Yongning tuvalet masasının önünde oturmuş, sade beyaz bir elbise giymişti. Etrafta hiç hizmetçi yoktu. Tek başına kaşlarına ve dudaklarına makyaj yapıyordu. Bir ses duyunca başını çevirdi. Gelenin Xiao Yuan olduğunu görünce sıcak bir şekilde gülümsedi. “Majesteleri Ağabey.” Xiao Yuan, Prenses Yongning'in ayağa kalktığını, kollarını sallayarak dans ettiğini gördü. Bitirdiğinde gülümseyerek ona sordu: “Güzel miydi?”
Xiao Yuan, “Çok güzeldi.” diye yanıtladı.
Burası artık müreffeh bir imparatorluk sarayı değil, harap bir saraydı. Yine de şarkı söylenecek bir yer vardı; bazı şeyler aynı kalmıştı ama insanlar değişmiş, tamamen korkusuz hale gelmişlerdi.
Prenses Yongning kolunu yukarı çekip sordu: “Majesteleri Ağabey, herhangi bir pişmanlığınız var mı?”
Xiao Yuan bir an için afalladı, sanki halkın sesinin kulaklarında yeniden çınladığını duymuştu. Yan Heqing'in gitmesine izin verdiği ve hatta Kuzey Krallığı'nın çöküşüne neden olduğu için onu lanetleyen bir ses. Ama yine de gülümseyerek, “Hayır.” dedi.
“Öyle mi?” Prenses Yongning gözlerini indirdi. “Majesteleri Ağabeyimi gerçekten kıskanıyorum.”
Xiao Yuan bir adım öne çıktı. “Ning'er, ülkenin dağılmasından mı korkuyorsun?”
Prenses Yongning'in dudaklarının kenarları hafifçe kalktı. Son derece pişmanlık duyuyordu: “Yongning ne ülkenin ne de ailesinin dağılmasından korkuyor. Tek pişmanlığım o zaman… o zaman ona duygularımı göstermedim, samimiyetimi sunmadım ama artık bir daha görüşemeyeceğiz. Bu duygularım iki sıra gözyaşına dönüşüyor. Tek dileğim onun ömür boyu huzur ve esenlik içinde yaşaması.”
Xiao Yuan uzanarak Prenses Yongning'in saçlarını okşadı. “Birbirinizi tekrar göreceksiniz, merak etme. Onun gelip seni görmesini sağlayacağım.”
Prenses Yongning aniden başını kaldırdı, nefes alış verişi dengesizdi. “Ama, ama şimdi böyle bir duruma düşmüşken nasıl gelip beni görmesine izin verebilirim?"
“Merak etme, seni kesinlikle görmek isteyecektir. Sen sadece burada bekle ve onu kesinlikle göreceksin. Sana söz veriyorum." Xiao Yuan hafifçe gülümsedi, gözleri şefkat doluydu. “Ning'er, kendini suçlu hissetme. Olanları umursamak zorunda değilsin, kendini suçlamamalısın. Hayat kısa ve evimizin önceki haline dönmesinin bir yolu yok. Madem birbirinizi seviyorsunuz, o zaman birlikte olmalısınız. Onu tekrar gördüğünde her şeyi unut ve sadece onunla git.”
Prenses Yongning'in gözlerinde bir şaşkınlık ifadesi belirdi. Sanki Xiao Yuan'ın sözlerinin ne anlama geldiğini tam anlamıyor gibiydi. Ama yine de ciddiyetle başını salladı.
Xiao Yuan sanki omuzlarından bir yük kalkmış gibi uzun bir iç çekti. Prenses Yongning'i birkaç sözle daha teselli etti, sonra döndü ve gitti.
Birdenbire yoğun kar yağışı başladı. Issız saraya daha fazla ıssızlık katıyordu sanki. Xiao Yuan yavaşça yatak odasına doğru yürüdü. Ancak kapıya yakın bir yerde aniden durdu.
Yatak odasının kapısında bir adam duruyordu.
Tosbağa Notu:
“Dün gece, bahar rüzgarı yine esti küçük odama. Bu ay ışığındaki gecede memleketimi hatırlamanın acısına nasıl dayanabilirdim?”
İmparator Li Yu’nun bir eserinden. Bir hapishane hücresinde yaşıyor, bahar esintisini dinliyor, parlak aya bakıyor ve sahneden etkileniyor. Keder ve üzüntüyle dolu. Sonsuz pişmanlık duygusunu iletmek için iç çeken bir ton kullanıyor, gerçeklikle ilgili yorgunluğunu ve umutsuzluğunu ortaya koyuyor.