Lupin'de Ara

ricam var

Arkadaşlar lütfen okurken yorum da yapar mısınız (anonim de yapabilirsiniz) ağladığınızı okumaya ihtiyacım var

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Son Bölüm hsav

Kötü Adam Olarak Nasıl Hayatta Kalınır - 110. bölüm yüklendi. (hava çok sıcak kendimi tatile çıkarıyorum umarım sonbaharda görüşürüz)

Bölüm 93: Bak Sonbahar Yağmuruna, Baharda Yeşeren Dağlara

 

Başkentten yüz mil uzaklıktaki handa bir grup insan birbirleriyle güvenle buluştu. Büyük bir felaketin ardından nihayet rahatlayabilmişlerdi. Omuzlarından ağır bir yük kalkmış gibi hissediyorlardı.


Güney Yan Krallığı'nın kararından aniden pişman olup kendisini takip etmek için asker göndereceğinden korkan Xiao Yuan hızla elini yüzünü yıkayıp tekrar erkek kıyafetlerini giydi. Ardından bir arabaya binip bir an önce buradan ayrılmak için hazırlandı.


Xue Yan'ın tavrı Xiao Yuan'ın birkaç kez şüphelenmesine neden oldu ama aceleyle kaçması gerekirken ne kadar dikkatli düşünebilirdi ki?


Aceleyle yapılan hazırlıkların ardından araba dörtnala yola koyuldu. Xiao Yuan perdeyi kaldırarak şu anda gittikçe uzaklaşmakta olan Kuzey Krallığı başkentine baktı. Kısa bir an için orada geçirdiği yılların boğazında düğümlendiğini hissetti; ülkenin zaferine kadeh kaldıramadığı, bin yıllık refah dileyemediği için keder duydu.


Xiao Yuan daha önce yaşanan her şeyi geride bırakmak istercesine perdeyi yavaşça indirdi. Birdenbire uzaklardan aceleci at nallarının sesi duyuldu. Fakat Xiao Yuan’ın perdeyi tekrar açmasına kalmadan arabanın önündeki Yang Liuan aniden perdeyi kaldırdı. Yüzü öfke doluydu. “Yan Heqing.”


Çok sayıda insan olması nedeniyle üç arabaya bölünmüşlerdi. Diğer iki araba da peşlerindeki kişiyi fark etmiş ve Xiao Yuan'ın arabasının öne geçmesine izin vermek için yavaşlamıştı.


Herkesi şaşırtan şey, Yan Heqing'in onları durdurmak için dörtnala koşabileceği halde bunu yapmamasıydı. Yan Heqing dizginleri çekti ve sanki bir şeye zarar vermekten korkuyormuş gibi arabanın arkasından yürüdü. Arabayı durdurmak ya da geri döndürmek istememişti.


Yolculuğu bir süre bu şekilde sürdürdükten sonra Xiao Yuan kuşkuyla sordu: “Yalnız mı?”


Yang Liuan, "Evet" diye yanıtladı.


Kısa bir süre sessiz kalan Xiao Yuan aniden başını kaldırdı. “Liuan, arabayı durdur.”


“Majesteleri?” Yang Liuan şok olmuştu.


“Korkma. Ona söyleyecek birkaç sözüm var. Ayrıca, o yalnız ve biz başkentten çoktan uzaklaştık. Eğer bir çatışma olursa da beni yakalayamaz.” dedi Xiao Yuan.


Yang Liuan bunun mantıklı olduğunu düşünerek arabayı durdurdu.


Xiao Yuan derin bir nefes alıp arabadan dışarı atladı. Çok uzakta olmayan Yan Heqing de arabanın durduğunu görünce atını geri çekip olduğu yerde bekledi. Xiao Yuan'ın arabadan indiğini gören Yan Heqing'in gözleri hafifçe kısıldı. Sonra dönüp attan indi. Dizginleri hâlâ elinde tutuyor ama ileri doğru yürümüyordu.


İkisi tozlu, sarı çamurlu yolda birbirlerine bakarken Xiao Yuan içini çekti ve adım adım ilerledi.


Xiao Yuan'ın Yan Heqing'e söyleyecek bir şeyi vardı. Bu sözler uzun zamandır kalbinin derinliklerinde saklıydı. Bu birkaç değişiklikten sonra bu sözlerin anlamı da değişmişti ama yine de Yan Heqing'in bunları bilmesini istiyordu.


Kafasındaki karışık düşünceleri toparladıktan hemen sonra Xiao Yuan, belki de Yan Heqing'in kendisinden düşündüğü kadar nefret etmediğini fark etti. Aksi takdirde onun bu kadar kolay kaçmasına nasıl izin verebilirdi?


Ama Yan Heqing ondan nefret etse de etmese de gitmek zorundaydı. Gelecekte bu topraklar Güney Yan Krallığı’nın, Yan Heqing’in olacaktı. Burada kalsaydı tahttan indirilmiş bir imparator olacaktı ve hayatının geri kalanını saray denen bu kafeste anlamsızca geçirmek zorunda kalacaktı.


Çok trajikti. Yan Heqing eski ilişkileri yüzünden ona zarar vermeyecek olsa bile bu Xiao Yuan'ın istediği hayat değildi.


Bu nedenle, ne olursa olsun gitmeliydi.


Ve madem gidiyordu, düzgün bir veda etmeliydi. Sevinçten veya üzüntüden, kin ve pişmanlıktan uzak bir şekilde vedalaşmalıydı.


Xiao Yuan, Yan Heqing'e iki adım kala durdu. Yan Heqing sanki yanlış bir şey yapmış gibi ona bakıyordu. Dikkatli ve tedirgindi. Endişeliydi. Xiao Yuan’ın kendisinden rahatsız olmasından korkuyordu. Bütün tavrını ortaya koymak istiyordu ama fark edilmek istemiyordu da.


Xiao Yuan aniden Yan Heqing'e sıcacık gülümsedi. Yan Heqing’in gözleri birdene kocaman açıldı, Xiao Yuan'a açgözlülükle baktı. Bu anı zihnine, kalbine ve kemiklerine kazımayı diledi; böylece bu hatıra zaman tarafından yok edilmeyecek, hayatı boyunca asla unutulmayacaktı.


Xiao Yuan hâlâ gülümserken ellerini kavuşturarak eğildi. “Hayat kısa, nefret sonsuz. Şimdi senin için göklere kadeh kaldırıyorum. Sözlerim şarap, bu üç dilek ise kadeh. Elimde bir kadehle, savaşlardan geri dönebilmeni ve geceleri soğuktan etkilenmemeni diliyorum. Bu yaşamda karşılaşacağın herkesin iyi insanlar olmasını, seninle aynı yolda yürümelerini ve ellerini tutmalarını diliyorum. Elimde bir kadeh daha, mutluluğunu diliyorum. Hayatının geri kalanında hiçbir endişe duymadan, güvende ve sağlıklı kalmanı dilerim. Geçmişin üzüntülerini ve acılarını unut. Bir gün gökyüzünün zirvesine çıktığımda, dünyanın aydınlık ve huzurlu bir yere dönüştüğünü göreceğim; hepsi senin sayende olacak, Yan Heqing.”


Yan Heqing dikkatle dinledi, uzun bir süre tek kelime edemedi. Kuzey Krallığı'nda kışın sonuydu. Soğuk rüzgâr ıslık çalarak elbise kollarını kaldırıyor, gözlerine çarpıyor, bir hançer gibi yüreğine saplanıyordu. Dizginleri sıkıca kavradı. Uzun bir sessizlikten sonra nihayet ağzını açtı. Sesi tereddütlü ve boğuktu. “Xiao Yuan, bana açıkça… unutmamı söyledin. Benden unutmamı istediğin şey nedir?”


Xiao Yuan şaşkına dönmüştü.


Kuzey Krallığı'na duyduğu nefret değil mi? Ve orada geçirdiği aşağılayıcı geçmişi?


Xiao Yuan bir an ona cevap veremedi. Yan Heqing'in ufak bir adım öne çıktığını gördü. Xiao Yuan ve Yan Heqing birbirlerine baktılar. O anda Xiao Yuan, Yan Heqing'in gözlerinin gerçekten çok güzel olduğunu hissetti. Ona yaklaştığı an biraz bunaltıcıydı ama gözlerini Yan Heqing'inkilerden ayıramıyordu.


Yan Heqing'in gözleri ay ışığı gibi soğuktu. Bununla birlikte, gözlerinin derinliklerinde üç bin kederi bastırıyor gibiydi. Xiao Yuan'ın onun gözlerinin içinde saklı olan anlamı anlayamaması tamamen kaderden kaynaklanıyordu. Sonra Yan Heqing şöyle dedi: “Eğer gitmeye kararlıysan, hatta hayatın pahasına savaşmaya hazırsan, o zaman tamam. Seni durdurmayacağım ama...” Yan Heqing yavaşladı, gözlerini kapattı. Sesi sanki binlerce dağa tırmanmış ve binlerce nehri aşmış; birçok zorluk ve engelden geçerek sonunda göklere ulaşmış gibiydi. “Ama unutmayacağım, kesinlikle, hiçbir şekilde unutmayacağım.”


Yan Heqing son cümleyi söylerken neredeyse dişlerini gıcırdatıyordu. Xiao Yuan onun görünüşünden ve sesinden korkarak yarım adım geri çekilmek zorunda kaldı. Ardından büyük bir şaşkınlıkla sordu: “Madem geçmişi unutmak istemiyorsun, o zaman neden gitmeme izin veriyorsun?”


Yan Heqing yavaşça gözlerini açtı, bakışları donuktu.


Çünkü Xiao Yuan'ın acı çekmesini, artık gülümseyememesini istemiyordu. Ama aynı zamanda Xiao Yuan'ın kendisinden nefret etmesini, tiksinmesini ya da kötü biri olduğunu düşünmesini de istemiyordu. Ülkesinin yıkımına ve ailesinin öldürülmesine, düşman tarafından kendisine yapılan kötü muameleye ve aşağılanmaya, savaşın zorluklarına katlanmıştı. Bu kadar zorluğa dayanabilirdi ama Xiao Yuan'ın nefret dolu bakışlarına dayanamazdı.


Şu dünyadaki aşklara bakın, içler acısı, gülünç, üzücü ve trajik.


Xiao Yuan sonunda sormadan edemedi: “Beni neden takip ettin?”


Yan Heqing gözlerini indirdi, duygularını bastırdı ve cebinden beyaz yeşim saç tokasını çıkardı.


Yan Heqing'in annesinin yadigarı olan bu eşya, orijinal kitapta sevginin çok önemli bir simgesiydi. Yan Heqing bir zamanlar bunu Xiao Yuan'a hediye olarak vermişti. Nihayetinde bizzat Xiao Yuan tarafından sarayda bırakılmıştı.


Yan Heqing fısıldadı: “Bir şey unutmuşsun, onu sana getirdim.”


Xiao Yuan o kadar şok olmuştu ki kulaklarına inanamadı.


Sadece, sadece, sadece bu yüzden mi?


Yan Heqing beyaz yeşim saç tokasını Xiao Yuan'a uzattı. Avucu yukarı bakıyordu. Toka elinde yalnız başına duruyordu. Bu sahne, Yan Heqing'in yeşim flütü aldıktan sonra Xiao Yuan'a tokayı verdiği o kalabalık pazar gününe çok benziyordu.


Xiao Yuan birkaç kez tereddüt ettikten sonra sonunda elini uzattı. Yan Heqing sabırla bekledi. Xiao Yuan'ın eli ona her yaklaştığında Yan Heqing'in gözleri biraz daha parladı. Ancak Xiao Yuan'ın parmak uçları yeşim tokaya dokunmak üzereyken aniden durdu, ardından elini geri çekti.


Xiao Yuan'ın “Buna sahip çıkmalısın, bunun için daha uygun birini bulacaksın.” dediğini duyduğunda Yan Heqing'in gözlerinin derinliklerinde bir şey parçalanıp dağıldı.


Yan Heqing avucunu çok yavaşça kapattı. Sesi, kendini dizginliyor ve bir şeyi bastırmaya çalışıyormuş gibi geliyordu. “Gerçekten istemiyor musun?”


Xiao Yuan cevap verdi: “Ben... Bu... Bunu almamak benim için daha iyi, onu başkasına vermelisin.”


“Peki.” Yan Heqing başını kaldırdı.


Xiao Yuan, Yan Heqing'in nihayet sözünü dinlediğini düşünerek başını sallamakla yetindi. Tam gitmek üzereyken Yan Heqing'in elini kaldırdığını ve ardından yeşim tokayı yere çarptığını gördü!


Yeşim saç tokası kırılarak yolun kenarına yuvarlandı. Perişan görüntüsü Xiao Yuan'ın şaşkınlıktan irileşmiş gözlerine yansıdı.


Xiao Yuan bu ani olay karşısında kendini toparlayamadan Yan Heqing'in dönüp atına bindiğini, ardından da geri dönüp başkente doğru dörtnala koştuğunu gördü.


Yolculuğa geri döndüklerinde, Xiao Yuan'ın gözlerinin kırmızlığının atların kaldırdığı tozdan mı olduğu meçhuldü. Ancak kimse bu konuda konuşmaya cesaret edemedi