Lupin'de Ara

ricam var

Arkadaşlar lütfen okurken yorum da yapar mısınız (anonim de yapabilirsiniz) ağladığınızı okumaya ihtiyacım var

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Son Bölüm hsav

Kötü Adam Olarak Nasıl Hayatta Kalınır - 110. bölüm yüklendi. (hava çok sıcak kendimi tatile çıkarıyorum umarım sonbaharda görüşürüz)

Bölüm 95: Gördün Mü Dağlardaki Kızıl Yaprakları? Onlar Ayrılanların Kanlı Gözyaşları.

 

Bir kez daha dört krallığın sınırına doğru yola çıktıklarında, araba sayısı üçken artık bire inmişti. Yang Liuan, herhangi bir engebe veya engeli olmayan ticaret yolunu kullanıyordu. Uzun bir yolculuktan sonra Xiao Yuan aniden sordu: “Burası eski savaş alanı mı?”


Odağını atı sürmeye vermiş olan Yang Liuan, Xiao Yuan'ın ani sorusunu duyunca bir anlığına şaşırdı ve hemen peşinden cevap verdi: “Evet, burası eski savaş alanı, genç efendi.”


Xiao Yuan, hm, dedi ve dışarıya bakmak için perdeyi kaldırdı. Bir süre baktıktan sonra, birden, "Gidip bir bakalım mı?" diye sordu.


Yang Liuan hızla atın yönünü çevirerek arabayı savaş alanına doğru yönlendirdi.


Meydanda artık askerlerin savaşı olmasa da ortalık hâlâ ıssızdı, ot bile bitmemişti. Savaştan sonra askerlerin cesetleri buraya gömülmüş ya da yakılmıştı. Oradan geçen insanlar, böylesine acı bir durum yaşadıktan sonra buranın çok ürkütücü olduğunu hissediyorlardı.


Birkaç adım sonra araba birkaç ceset kalıntısına basmıştı bile. Xiao Yuan tek kelime etmeden arabadan indi ve kalıntıları teker teker yere gömdü.


Bir süre yürüdükten sonra, çok uzakta olmayan bir yerde, savaşın ne kadar acımasız olduğunu gösteren bir ceset çukuru gördüler. O kadar trajik bir manzaraydı ki Xiao Yuan, Yang Liuan'ın daha fazla ilerlemesine izin vermedi. Kendisi arabadan inerken sert bir nesneye bastı.


Bunun bir kemik ya da kırık bir mızrak olduğunu düşünmüştü ama beklenmedik bir şekilde avuç içi büyüklüğünde kırık bir tahta levha gördü.


Xiao Yuan onu almak için eğildiğinde levhanın üzerinde Kuzey Krallığı askerlerinin ve generallerinin isimlerinin yazılı olduğunu gördü. Bir noktada, en alttaki kelimeleri okumak çok zordu.


Levha, bilinmeyen bir adam tarafından, savaş alanında ölen ve asla evlerine dönemeyecek olan askerler anısına yazılmıştı.


Xiao Yuan levhayı kavradı, uzaklara baktı ve derin bir nefes aldı. Ardından cübbesini kaldırıp diz çöktü, üç kez secdeye giderek selam verdi.


Arkasında duran Xiao Fengyue ve Yang Liuan birbirlerine baktılar ve hemen diz çöktüler.


Xiao Yuan içinden özür dileyip ölen askerlere teşekkür ettikten sonra yavaşça ayağa kalkarak arabaya doğru yürüdü.


Araba tekrar ağır ağır ilerlemeye başladı. Toprağı ağır bir şekilde ezerek arkasında izler bıraktı. Xiao Yuan perdeyi kaldırarak sessizce bir göz attı. Ansızın Yang Liuan'a bağırırken gözleri aniden küçüldü. “Dur! Dur!”


Xiao Yuan'ın ani bağırışı karşısında tamamen afallayan Yang Liuan panik içinde dizginleri çekti.


Xiao Fengyue'nin kafası çok karışmıştı. “Sorun nedir genç efendi?”


Xiao Yuan ıssızlığa bakarken güçlükle yutkundu. “Sanırım birini gördüm.”


Xiao Fengyue inanamadı. “Genç efendi, burası halkın gözünde toplu bir mezar. Burada kimse…”


Xiao Fengyue sözlerini tamamlayamadı. Çünkü o da birini görmüştü.


Uzaktaki ceset çukurunda, karanlık bir gölge cesetleri çeviriyordu.


Karşısındaki manzara oldukça tuhaftı ama Xiao Yuan korkmadı. Arabadan atlayıp hızlı ve dikkatli bir şekilde siyah gölgeye doğru yürüdü. Onun kim olduğunu bildiğini hissediyordu.


Adam bakımsızdı, zayıftı, kanlar yırtık elbiselerine yapışmıştı ve vücudunda tek bir temiz yer yoktu. Ayak seslerini duyduğunda tepki vermedi. Kuzey Krallığı zırhı içindeki çürümüş cesedi sallamaya devam ediyordu. Odağını yitirmiş gözlerle deli gibi mırıldanıyordu. “Uyan, uyuma. Güney Yan Krallığı saldırıyor. Kalk ve başkenti savun! Uyan... Şehri savun...”


Xiao Yuan bu sesi anında tanıdı. Elleri ve ayakları buz kesti. Yüreği sanki birileri yüreğinden bir parça koparıp almış gibi hissetti.


Evet, oydu. Kuzey Krallığı'nın Xiao Yuan'a yüklediği son lanetti. Hayatının geri kalanında ensesinden enfesini eksik etmeyecek, Kuzey Krallığı'nı hiçbir şekilde koruyamayacağını acımasızca hatırlatacaktı.


Xiao Yuan adamın önünde yarı diz çöktü. Uzanıp cesedi sallamaya devam eden adamın bileğini tuttu. Sesi sert ve boğuktu. “Xie Chungui, Xie Chungui, bitti. Her şey bitti.”


Xie Chungui aniden olduğu yerde dondu, yaptığı işi bıraktı ve ardından başını çevirip Xiao Yuan'a baktı. Uzun bir süre sonra gözlerinde bir şey parladı. Hızla arkasını döndü ve Xiao Yuan'ın önünde diz çökerek bileğini sıkıca kavradı. “Majesteleri! General Li'nin nerede olduğunu biliyor musunuz? Erzakları teslim ettim! Ellerimle teslim ettim! Benden ona yardım etmemi istediniz! Askeri erzaklarla, Güney Yan Krallığı'nın işgalini durdurabileceğiz! General Li nerede?!”


Xie Chungui neredeyse bir manyak gibi bağırıyor, Xiao Yuan'ın elini boğuyor, derisinde kırmızı izler bırakıyor ve neredeyse bileğini kırıyordu.


Xiao Yuan onun karşısına diz çöktü ve derin bir nefes aldı. SSonunda konuşana kadar tüm gücünü tüketmiş gibi görünüyordu. “Xie Chungui, Li Wuding… öldü.”


Xie Chungui, tepesine yıldırım düşmüş gibi aniden olduğu yerde donakaldı.


Evet, Li Wuding ölmüştü, bunu uzun zamandır biliyordu. Li Wuding ölmüştü ve Kuzey Krallığı düşmüştü. Xie Chungui'nin hayatı boyunca benimsediği inançlar çökmüştü.


Xie Chungui aniden ayağa kalktı. Gözleri kıpkırmızı olarak göklere doğru kükredi. “Yalancı!!!! Tüm bunlar tamamen yalan!!! Kuzey Krallığı'nı koruyacağını söylemişti!! O hiç! O hiç ölmedi! Sözünden dönmeyecek!! Hepiniz bana yalan söylüyorsunuz! Hepiniz bana yalan söylüyorsunuz! O sözünün eridir! Kuzey Krallığı düşmeyecek! İmkanı yok!!!”


Delikanlının neredeyse boğazını çatlatan sesi yer ve gökte yankılandı. Gözleri bomboştu. Sürekli sorular soruyor ama kimse cevap vermiyordu, Tanrı bile.


Sonunda haykırışlar boğuk çığlıklara, acılar çaresizliğe dönüştü. Bir daha asla geçmişi hatırlamak istemedi.