Lupin'de Ara

ricam var

Arkadaşlar lütfen okurken yorum da yapar mısınız (anonim de yapabilirsiniz) ağladığınızı okumaya ihtiyacım var

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Son Bölüm hsav

Kötü Adam Olarak Nasıl Hayatta Kalınır - 110. bölüm yüklendi. (hava çok sıcak kendimi tatile çıkarıyorum umarım sonbaharda görüşürüz)

Bölüm 96: Yaralandın mı? Belliydi Zaten.

 

Doğu rüzgarı Taoyuan Köyü'ndeki sayısız mor ve kırmızı çiçeğin arasından özgürce süzülüyordu.


Adı köy olsa da aslında daha çok küçük bir kasaba gibiydi. Küçük olmasına rağmen ihtiyaç duyulabilecek her şey mevcuttu.


Köydeki tek klinik ilginç ve basit görünüyordu. İnsanlar oraya yaklaşır yaklaşmaz bitkisel ilaçların acı kokusunu alabiliyorlardı. Yaşı ellinin üzerinde olan Zhang Changsong kapının dışındaki bambu sandalyede şekerleme yapıyordu. Yanında ise kaynayan bir tencere vardı. Fokurdayan ilaç, buhar ve kabarcıklarla tencerenin kapağını kaldırmıştı.


Köyün çıkışına doğru ilerleyen iki tüccar birbirleriyle yüksek sesle konuşuyordu. “Bu Güney Yan Krallığı inanılmaz, daha bir yıl önce Kuzey Krallığı'nı ilhak etti ve şimdi de Doğu Wu Krallığı'na saldırmak için ordu mu gönderiyor?”


“Güney Yan, Kuzey Krallığı tarafından bozguna uğratıldığında Doğu Wu Krallığı'nın bu fırsatı Güney topraklarından bir parça almak için kullandığını bilmiyor musun? Şimdi Güney Yan Krallığı nihayet yükseldiğine göre, Doğu Wu Krallığı'yla savaşmaktan kaçınacaklarını mı sanıyorsun?”


“Yok ya, demek istediğim bu değildi. Sadece Güney Yan Krallığı'nın neden en azından iki yıl ara vermek yerine her gün savaşmak zorundaymış gibi davrandığını anlamıyorum.”


“Güney Yan imparatoru gerçekten olağanüstü, güçlü ve parlak bir hükümdar olma konusunda kendi neslinin ilki. Henüz çok genç ve sadece bir yıldır iktidarda ama baksana, başarıları dikkate değer.”


“Güney Yan imparatorunun sadece bir ülkeyi yönetmede ve savaşlarda iyi olmadığını, aynı zamanda muhteşem göründüğünü duydum. Bu doğru mu?”


“Ha! Ben bunu nereden bileyim?! Daha önce hiç görmedim!"


İki tüccarın sesi kaybolurken Zhang Changsong gözlerini açtı ve kaynayan ilaç tenceresine baktı. Ardından elindeki büyük yaprak yelpazeyle kendini yelpazeleyip uykusuna devam etti.


Taoyuan Köyü büyülü bir yerdi. Bir zamanlar dört ülkenin, şimdi ise üç ülkenin sınırındaydı.


Sınırda olması nedeniyle çevre bölgelerde savaşların çıkması kaçınılmazdı. Ancak Taoyuan Köyü savaştan hiçbir zaman zarar görmemişti. Nesiller boyunca, sanki onu gölgelerden koruyan ilahi bir takdir varmış gibi, huzur ve güven içinde yaşamışlardı.


Taoyuan Köyü herhangi bir ülkeye ait değildi. Burada yaşayan insanlar barış içindeydi, çalışkanlardı ve kendi kendilerine yetebiliyorlardı. Tüccarlar ve gezginler sık ​​sık buradan geçse de hiç kimse buraya yerleşmiyordu. Bu köyün saklanmaya niyeti olmadığı açıktı, ama gerçekten de yeryüzündeki cennet gibi görünüyordu.


Ta ki iki yıl öncesine kadar.


İki yıl önce buraya yakışıklı iki genç gelmiş, bir konak satın alıp yerleşmişlerdi.


Köylüler ilk defa köyde yaşamak isteyen yabancılarla karşılaşmışlar ve ilk başta onlara karşı çok temkinli davranmışlardı. Daha sonra iki gencin çok yardımsever, sıcak ve nazik olduklarını görmüşler, bu yüzden onları yavaş yavaş kabul etmişlerdi.


İki genç yerleştikten sonra biri tuz ticaretiyle uğraşırken diğeri evin sorumluluğunu üstlenmişti. Zaten bir miktar varlıkları vardı, biraz daha çabayla varlıkları yarım yıldan kısa bir sürede daha da zenginleşmişti.


Köyün basit düşünceli insanları, kasabada iki gencin varlığına yavaş yavaş alışmaya başlamıştı. Köyün batı yakasında yaşayan ve köyün büyük kızlarına iyi birer koca bulmak isteyen çöpçatan dışında pek bir şey değişmiş gibi görünmüyordu.


Ta ki bir yıl öncesine kadar.


Bir yıl önce iki genç adam birtakım haberler almıştı. Aceleyle çantalarını toplayıp büyük konağı yalnız bir teyzenin bakımına bırakarak ayrılmışlardı.


Yarım aydan fazla bir süre sonra iki genç köye geri döndü.


Onlarla birlikte gelen iki genç daha vardı. İçlerinden biri yakışıklı görünmesine rağmen ne yazık ki aptaldı.


Diğeri ise son derece güzeldi. Bir ölümsüz gibi davranıyor ve gülüyordu. Bir zamanlar Doğu Wu Krallığı'nın başkentini ziyaret etmiş biri, karşılaştığı herkese genelevdeki en iyi kızların bile onunla kıyaslanamayacağını haykırıyordu!


Zhang Changsong Xiao Yun'ı ilk gördüğünde, herkes gibi o da onun bilinmeyen bir sebepten ötürü burada inzivaya çekilmiş, zengin bir aileden gelen genç bir efendi olduğunu düşünmüştü. Bu genç efendinin görünüşüne bakılırsa utangaç olduğu ve başkalarıyla konuşmaktan çekindiği görülüyordu.


Şimdi Zhang Changsong zamanda geriye gidip kendi suratına bir tokat atmak istiyordu: Zhang Changsong, ah Zhang Changsong, henüz ellilerindesin, bu kadar erken kör olamazsın, değil mi?


Kızıl güneş tepenin üzerinde asılı duruyordu. Biraz kestirdikten sonra Zhang Changsong eski bir bez parçasını aldı, ikiye katladı ve kaynayan ilaç tenceresinin üzerine yerleştirerek tencerenin kapağını kaldırdı. Bitkisel ilacın acı kokusu yüzüne çarptı.


Zhang Changsong memnuniyetle başını salladı. Sakalını sıvazladı, başını kaldırdı ve gözlerini kısarak manzaraya baktı. Köy batan güneşin ışıltısıyla sarılmıştı, bu manzara çok huzurlu, rahatlatıcı ve... O da ne?!


İleride, bir adam aceleyle ona doğru koşuyor, sırtında vücudunun her yeri kan içinde bir asker taşıyordu. Adam yaklaştıkça bağırdı: “Usta!!!! Kurtar onu!!!!”


Zhang Changsong eliyle alnını tuttu. Sakinleşmesi uzun zaman aldı. Adam yaklaşınca, öfkeyle yaprak yelpazesini omzuna vurdu. “Xiao Yuan! Bana yine sorun çıkarıyorsun! Er ya da geç, küçük kliniğim senin yüzünden mahvolacak!”


Zhang Changsong onu azarlamasına rağmen Xiao Yuan'ı durdurmadı, hatta yaralıyı tedavi etmesi için kliniğe taşımasına izin verdi.


Xiao Yuan gülümseyerek cevap verdi. “Usta, ilacın parasını ben ödeyeceğim.”


Zhang Changsong ona ters ters baktı, burnundan soluyordu. “Hıh!”


Ecza dolabının arkasından bir kafa çıktı, düzgün yüz hatlarına sahip bir delikanlıydı. “Hey! Başka biri mi? Bu ay sekiz oldu! Güney Yan Krallığı ve Doğu Wu Krallığı savaşta olduğu için mi?”


Xiao Yuan derin bir nefes alarak başını salladı. “Sadece şifalı bitki toplamaya gittim ve ona rastladım.”


“Sanırım bu askerleri bulmak senin kaderinde var. Ben de genellikle şifalı ot toplamaya gidiyorum ama onlarla hiç karşılaşmıyorum.” Zhang Baizhu, Xiao Yuan'a temiz bir bez fırlattı. “Kendini temizle. Şu haline bak, her yerin kan içinde. Dışarı çıktığında sokağın karşısındaki Ma Teyze'yi korkudan öldüreceksin.”


Xiao Yuan gülümseyerek cevap verdi. “Korkması iyi. Onunla her karşılaştığımda bana Liuan ve Fengyue'nin bir kızla evlenip evlenmediğini soruyor ve ardından köyün batı yakasından Xiao-Yu'er'in ne kadar iyi olduğundan bahsediyor... Hey, Zhang Baizhu, sen bana yakışıklı olduğumu söylemiştin, peki Ma Teyze neden benim için çöpçatanlık yapmaya çalışmıyor?”


Zhang Baizhu ona tepeden tırnağa baktı. “Sen mi? Hangi kız kendinden daha güzel bir adamla evlenmeye cesaret edebilir ki?”


Zhang Changsong'un alnındaki damarlar şişti. Sabrının sonuna gelmişti. İkisine de bağırmaktan kendini alamadı. “Yeter! Kesin şu saçmalığı! Bu adam hâlâ kan tükürüyor ve siz ikiniz onun etrafında boş boş konuşuyorsunuz! Gelip yardım edin!”


“Baba! Sinirlenme, sinirlenme. Hayat bir oyun gibidir, birbirimizle kader yüzünden karşılaşırız.” dedi Zhang Baizhu, ilacın uygulanmasına yardım ederken.


“Küçük şeyler için öfkelenmenin ne anlamı var? Neden dert ediniyorsun?” Xiao Yuan askerin kanlı yarasına bastırırken çığlıklarını duymamak için adamın ağzını kapattı.


“Senin kadar iyi olmadığımız için bize kızma!”


“Üzüldüğünde ya da incindiğinde senin yerini doldurabilecek kimse yok!”


“Ah be baba!”


“Ah be usta!”


İkisi bir ağızdan, “Sinirlenme, tamam mı? Sinirlenme!” dediler.


Onların bu sözleri üzerine ölmek üzere olan asker şiddetle öksürerek bir ağız dolusu kan kustu ve tekrar bayıldı.


Zhang Changsong: “...”


Önceki hayatımda ne günah işledim de bu iki piç başıma kaldı???