Xiao Yuan aniden ayağa kalktı, sonra şaşkınlıkla geri oturdu.
Güneş batıdan doğar mı? Hayır. Nehir suyu yukarı akar mı? Hayır. Yazın kar yağar mı? Hayır. Bir harem romanının erkek kahramanı kızlarla flörtleşmeden durabilir mi? Hayır. Ama Yan Heqing az önce hiç kadını olmadığını söyledi! Gerçekten hiç kadını yok mu?!
Ne oldu böyle?! Bu kitap bir harem romanından gerçek bir tarihi kurguya mı dönüştü?!
Kitabın ününden etkilenerek okumaya gelen binlerce okura reva mı bu?!
Evet!!! Tabii ki reva!!
Xiao Yuan içinden haykırmaktan kendini alamadı: Harem romanlarının Tanrı bin belasını versin! Yaşasın tarihi romanlar! Müjdemi isterim! Duyduk duymadık demeyin!
Ama bu durumda Yan Heqing yalnız kalmaz mı? Biraz acınası.
Aniden, kanat dışından yankılanan, tiz bir suona sesi duyuldu, ardından davul ve gong sesleri geldi. Damat gelini almaya gelmiş olmalıydı.
“Gidelim, gidelim! Hadi düğün ziyafetine gidelim!” Xiao Yuan, Yan Heqing'in bileğini tutup ayağa kaldırarak sevinçle gülümsedi.
Taoyuan Köyü uyumlu bir yerdi ve bir aile düğün yaptığında, kasabadaki neredeyse herkes kutlamaya gelirdi. Ziyafet için on sekiz masa kurulmuştu. Bir grup insan içki içip tahmin oyunları oynuyordu. Zhang Baizhu, Xiao Yuan'ı sarhoş etmeye kararlıydı ve ikisi de birbirlerine bakarak testilerden içtiler, ikisi de pes etmek istemiyordu. Sonunda ikisi de sarhoş bir şekilde masaya yığıldı.
Kısacası, Xiao Yuan'ın hatırladığı tek şey, bir an önce Zhang Baizhu ile testileri tokuşturduğu, bir an sonra ise gözlerini açtığında Yan Heqing'in sırtında uzandığıydı.
“Yan-ge, sen... beni sırtında eve mi taşıyorsun?” Xiao Yuan kolunu Yan Heqing'in boynuna dolayarak mırıldandı.
“Hmm.” diye yanıtladı Yan Heqing.
“Yaran nasıl? Beni böyle taşımak acıtmıyor mu? Neden beni yere indirmiyorsun? Kendi başıma yürüyebilirim.” diye mırıldandı Xiao Yuan inmeye çalışırken.
Yan Heqing yürümeyi bıraktı, “Kıpırdama, ben iyiyim.” dedi.
“Ah, tamam, tamam.” Xiao Yuan sakinleşti.
Yan Heqing yavaşça konağa geri döndü. Xiao Yuan gerçekten sarhoş ve huzursuzdu. Durmadan sorular sormaya başladı: “Yan-ge, beni kaç kez sırtında taşıdın?”
“Yan-ge, Xiao Pingyang ve Yongning'in evlendiğini biliyor muydun?”
“Yan-ge, birini sevmek nasıl bir duygu?”
Yan Heqing, Xiao Yuan'ın son sözlerini duyunca yürümeyi bıraktı, yumuşak bir sesle konuşuyordu. “Birini gerçekten sevmek, onu kör edici bir kar fırtınasında tek başına duran bir erik çiçeği kadar parlak bulmasa bile, hafif bir güney rüzgârında taşınan şarap kokusu kadar yumuşak bulmasa bile yine de dünyanın göz kamaştırıcı ihtişamı içinde, düşüncelerinin sadece ona odaklanmasıymış diye duydum. Öyle mi?”
Yan Heqing, "Evet," diye yanıtladı.
“Yan-ge, daha önce hiç ilişkin olmadığını söylememiş miydin? Bunu nasıl bilebilirsin?” diye sordu Xiao Yuan homurdanarak.
Yan Heqing, "Biliyorum işte," dedi.
Xiao Yuan bir süre soru sorduktan sonra Yan Heqing'in sırtında uykuya daldı…
Gece karanlıktı. Hareketli bir düğün ziyafeti sona ermişti ve herkes biraz yorgun hissediyordu. Doğu caddesindeki hanın sahibi o gün için hanı kapatmayı düşünüyordu ancak geri döndüğünde hanın kapısında siyahlar içinde beş altı adamın durduğunu gördü.
Misafir oldukları için doğal olarak ağırlanmaları gerekiyordu. Gücünü toplayarak hanın kapısını açtı. Grubun başındaki adam, “Birkaç oda tutmak istiyoruz.” diye fısıldadı.
"Tamam! Lütfen bir dakika bekleyin!" Hancı misafirperver bir gülümsemeyle ayağa kalktı ve odaların anahtarlarını alıp siyahlı adamlara uzattı.
Öndeki adam anahtarları aldı, teşekkür etti ve yukarı çıkmak için kalktı.
Hancı esnedi. Dinlenmeye çekilecekken arkasını döndüğünde siyah giysili adamlardan birinin birdenbire arkasında belirdiğini gördü. Korkarak birkaç adım geri attı.
“Hancı,” Adam bir portre çıkardı ve hancının önünde tuttu. “Bu adamı gördünüz mü?”
Hancı gözlerini kıstı ve portrenin altındaki kelimeleri okumaktan kendini alamadı.
"Yan, He, Qing?"