Lupin'de Ara

DUYURU

Çevirilerimi beğeniyorsanız üç beş tl ateşleyebilirsiniz: https://buymeacoffee.com/kvsrz

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Son Bölüm hsav

Bölüm 162: Yaban Kazlarının Çığlıkları Uzaklardan Geliyor. Bir Tao İçin Bir de Sen.

Xiao Yuan yanında duran Xiao Fengyue'ye işaret etti. Xiao Fengyue hemen anlayarak tahta bir kutuyu aldı. Yang Liuan'ın arkadaşı kendi kendine düşündü: 'Bana Güney Yan İmparatoru'nu görebilme şerefini verecek hazine ne acaba?’ Bu düşünceyle, kutuda ne olduğunu görmek için boynunu uzatmaktan kendini alamadı. Beyaz bir yeşim saç tokasıydı. Saç tokası kırılmış ve tekrar yapıştırılmıştı, ek yerlerinin pürüzlü ve çirkindi. Bunun ardındaki gizemi anlayamadı.


Xiao Yuan beyaz yeşim saç tokasını tahta kutudan çıkardı. Geçmişi hatırlayarak acı bir şekilde iç geçirdi. Tokayı tuttu ve bir süre dikkatlice okşadı. Tokanın üzerine işlenmiş "Yan" karakterine dokunduğunda Xiao Yuan'ın bakışları tokaya kilitlendi ve dudakları yavaşça ve kontrolsüzce yukarı kıvrıldı. Bir süre sonra isteksizce “Yan” karakterine bir öpücük kondurdu. Sonra onu tahta kutuya geri koydu ve Yang Liuan'ın arkadaşına uzattı. “Al! Bu benim simgem! Böylece mektubu Güney Yan İmparatoru'na teslim edebilirsin.”


“Tamam.” Yang Liuan'ın arkadaşı güvenilir biriydi. Tahta kutuyu kaldırdıktan sonra, "Bu simge işe yararsa Güney Yan İmparatoru’na kesinlikle mektubu teslim edeceğim. Ancak dostum, bir süre sabırla beklemen gerekebilir." dedi.


Xiao Yuan: “Ah? Ne kadar beklemem gerekecek? Neden?”


Yang Liuan'ın arkadaşı ayağa kalktı. "Doğu Wu Krallığı Güney Yan Krallığı tarafından fethedildi! Artık bu topraklar büyük bir ülke ve küçük bir ülke olarak ikiye bölündü! Güney Yan İmparatoru savaşı kazandı, bu yüzden askerlerini ödüllendiriyor ve tüm ulusla kutlamak için görkemli bir ziyafet düzenliyor olmalı! Başka şeylerle ilgilenecek zamanı nasıl olabilir ki? Her neyse, mektubu senin için teslim edeceğim, merak etme! Tamam, daha fazla oyalanmayacağım, hoşça kalın."


Bunu söyledikten sonra Yang Liuan'ın arkadaşı ellerini yumruk yaparak selamladı, Xiao Yuan'ın kendisine verdiği simgeyi aldı ve kalkıp gitti.


Birkaç gün sonra, zaferi kutlamak için Güney Yan Krallığı, eski Doğu Wu Krallığı'nın başkentinde bir ziyafet düzenledi. Zafer şarkıları söylenecek ve tüm ülke birlikte kutlanacak bir gündü ancak Güney Yan İmparatoru her nasılsa tek kelime etmeden ayrıldı. 


Beyazlar içinde, binlerce kilometre boyunca tek başına at sırtında yüksek dağları aştı, engin denizleri geçti. 


***


Xiao Yuan son zamanlarda her gün bir grup insan tarafından şımartılıyor ve bu tembellikten kemikleri neredeyse eriyordu. Bir gün Üçüncü Teyze besleyici bir pirinç lapası pişirdi, Xiao Yuan'a servis etmeden önce iyice soğumasını bekledi. Bunun üzerine Xiao Yuan, “Teyze! Ben sakat kalacak kadar dövülmedim. Beni çok şımartıyorsunuz!” diye haykırdı.


Üçüncü Teyze birkaç kez tükürdükten sonra şöyle dedi: “Daha çok gençsin. Ağzını bir kere de hayra aç. Ne saçmalıyorsun? Ne sakatlığı? Tü tü tü.”


Bunu söyler söylemez Xie Chungui avludan koşarak geldi. Elindeki meyve şekerini kaldırıp sallayarak, "Xiao Abi!” dedi. “Bak, meyve şekeri!"


Xiao Yuan’ın cevabını beklemeden Xie Chungui tekrar odadan dışarı koştu ve meyve şekerini diğerlerine gösterdi.


Xiao Yuan’ın kalbi acıyla sızladı. Ne söyleyeceğini bilemedi. Üçüncü Teyze onun yüzüne baktı ve şöyle dedi: “Eskiden aklı başına geldiği her seferinde Chungui büyük acı çekiyordu. Bu yüzden şu anki durumu kötü bir şey olmayabilir. Taoyuan Köyü'ndeki herkes iyi kalpli ve dürüst insanlar, kimse ona gülüp aptal demez. Acıktığında yemek yiyebilir, yorgun olduğunda uyuyabilir ve mutsuz olduğunda hıçkıra hıçkıra ağlayabilir. Oldukça iyi olacak."


“Hm.” Xiao Yuan başını salladı, ama kalbinin derinliklerinde hissettiği üzüntü hiç azalmamıştı.


“Tamam, tamam. Artık bunu düşünme.” Üçüncü Teyze onu bu halde görmekten dayanamadı, onu yemek yemeye ikna etti: “Çabuk ol da pirinç lapanı ye.”


Xiao Yuan lapasını bitirdikten sonra Üçüncü Teyze yine ona özenle bakmaya başladı. Xiao Yuan bunun böyle devam edemeyeceğini düşündü; hiçbir katkı sağlamadan sadece yiyip içmek, 21. yüzyılın örnek başkanı statüsüne yakışmıyordu. Bu yüzden ertesi gün Zhang Changsong Xiao Yuan'ın nabzını ölçmeye geldiğinde Xiao Yuan ona yataktan kalkıp yürüyüşe çıkıp çıkamayacağını sorup durdu.


Zhang Changsong, Xiao Yuan'ın aynı soruyu tekrar tekrar sormasına dayanamadı ve Zhang Baizhu'dan Xiao Yuan'ın koltuk değneği olarak kullanması için iki tahta sopa yontmasını istedi. Xiao Yuan huzursuz bir tipti, koltuk değneklerini alır almaz hemen yataktan kalktı.


Dizi hâlâ hafifçe ağrısa da vücudunun çoğu kısmı iyileşmişti. Xiao Yuan başkalarına yük olmak istemediği için koltuk değnekleriyle küçük avluda kendi başına ileri geri yürüyordu. Herkes Xiao Yuan'a acele etmemesini ve yaralarının geçmesini tavsiye ediyordu ama zaten Xiao Yuan telaş içindeydi, çabucak iyileşmeyi umuyordu. Yang Liuan'ın arkadaşı beyaz yeşim saç tokasını Yan Heqing'e teslim edemezse Yan Heqing'e kendisi gitmek zorunda kalacaktı. Yan Heqing'i çok uzun süre bekletmişti, onu daha fazla bekletemezdi.


Xiao Yuan bir süre topallayarak yürüdü ama bacakları o kadar ağrıyordu ki artık dayanamadı. Taş değirmenin yanına oturdu ve dizini ovuşturdu. Derin bir nefes aldıktan sonra çenesini koltuk değneğine dayadı, başını çevirdi ve gökyüzünde süzülen ipeksi bulutlara baktı.


“Acaba Yan-ge şu anda ne yapıyor?” Xiao Yuan uzun uzun iç çekerek mırıldandı. Sanki biraz güç toplamış gibi, ağrıdan korkmadan ayağa kalktı ve birkaç tur daha yürümek istedi.


Sonbaharın başlarıydı. Batıdan serin rüzgarlar esiyor, Çin parasol ağacının yapraklarını avluya döküyordu. Ne baharın rutubeti ne de yazın kuruluğu vardı. Herkes serin sonbahar havasının iyi geldiğini söylerdi.


Xiao Yuan aniden uzaktan at nallarının sesini duydu.


Ses o kadar telaşlı ve hızlıydı ki doğrudan insanın yüreğine çarpıyordu.


Xiao Yuan başını çevirip baktı. Gözleri bir anda büyüdü ve omuzları kontrolsüzce hafifçe titredi.


Adam atını dizginlemeye bile fırsat bulamadan yere yuvarlandı. At şaha kalkıp avlunun dışındaki duvara çarptı. Ayağa kalkması biraz zaman aldı ve memnuniyetsizlikle kuyruğunu sallayıp toynaklarını vurdu.


Xiao Yuan koltuk değneklerini fırlatıp sendeleyerek adama doğru yürüdü. Ancak iki adım bile atamadan o adam onu ​​sıkıca kucakladı; öyle sıkı sarıldı ki sanki bedenleri bir olsun, sonsuza dek ayrılmasınlar istiyordu.


Xiao Yuan da onu kucakladı. Dudaklarında kocaman bir gülümseme olmasına rağmen gözyaşları yüzünden kontrolsüzce akıyordu. "Yan-ge! Seni çok özledim. Son birkaç aydır sürekli seni nasıl bulacağımı düşündüm. Yan-ge, biliyorsun ben hastayım, geceleri yanımda biri olmadan uyuyamıyorum. O kadar zaman sonra, iyileşmek yerine daha da kötüye gidiyorum. Şimdi, sadece yanımda yatacak birine değil sana ihtiyacım var. Sensiz uyuyamıyorum. Uyuyamazsam keyfim kaçıyor, keyfim kaçarsa da yemek yiyemiyorum. Sen yanımda olmazsan belki bir gün bu hastalık yüzünden aniden ölebilirim. Yan-ge, beni duydun mu?"


Xiao Yuan'ı tutan Yan Heqing'in elleri hafifçe titriyordu. Yavaşça başını salladı. Sesi hıçkırıklardan boğulmuştu. “Hm, duydum.”


Xiao Yuan devam etti: “Yan-ge, çok üzgünüm. Bak, seni ne kadar beklettim, bir de beni her yerde aramak zorunda kaldın. Sana gerçekten çok şey borçluyum. O halde sana bunu telafi edeceğim, tamam mı? Bu hayatta, hayır, hatta bir sonrakinde bile telafi edeceğim, tamam mı?”


“T-tamam...”


“Yan-ge, seni seviyorum.”


Xiao Yuan gökyüzünü ve yeryüzünü işaret edip cümleyi üç kez tekrarlamak istedi, ama ilk cümleyi bitirir bitirmez Yan Heqing ağzını onunkiyle kapatmıştı bile. Göğsünden yükselen yakıcı bir tutku, dudakları ve dilleri arasında dolaştı.


Sonbahar rüzgârı serin serin esiyor, sonbahar ayı ışıldıyor*. Nice şefkatle doluydu dünya, şimdi ise hepsi Xiao Yuan'ın kollarında. 


[Li Bai’nin 三五七言 şiirinden: Sonbahar rüzgârı serin serin esiyor, sonbahar ayı ışıldıyor/Düşen yapraklar toplanıp dağılıyor, ürkmüş kargalar tüneyip tekrar tüneyip duruyor./Ne zaman tekrar buluşacağız sevgilim? Bu gece, bu an, kalbim dayanılmaz bir özlemle dolu!]


Ayrılışımız ne kederler getirdi, kavuşmamız ne sevinçler.


Keşke kirişlerdeki kırlangıçlar gibi olsak, yıllar yıllar geçse de yine birbirimizle olsak.*


[Feng Yanji’nin 长命女·春日宴 eserinden.]



Tosbağa Notu:


Başlık:


Yaban kazlarının çığlıkları uzaklardan geliyor: Nalan Xingde’nin 蝶恋花·又到绿杨曾折处 şiirinden. “Bir zamanlar yeşil söğütlerin kırıldığı yere bir kez daha ulaştım. Elimde kırbaç, sessizce duruyorum, ıssız sonbahar yolunda ilerliyorum. Solmuş otlar, hiçbir duygudan yoksun bir şekilde ufka doğru uzanırken, yaban kazlarının çığlıkları uzaklardan geliyor.” Bu şiir, sevdiklerinden ayrıldığı yerlerden geçen bir gezginin hissettiği hüznü dile getirir.


Bir Tao için bir de sen: Yuan Zhen’in 离思五首·其四 şiirinden. “Çiçeklere bakmak zul bana, bir tao için bir de sen.” Şair, çiçekleri insanlar için bir metafor olarak kullanıyor. Çiçek kokularıyla dolu bir çiçek tarlasında yürürken bile, gözüne çarpan çiçekleri takdir edecek yüreği yok. Bu, kadınlara karşı artık kalıcı bir sevgisi olmadığını ve karısına olan sadakatini ve özlemini ifade ediyor.