Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 17: An Zhe o kadar sinirlenmişti ki miselyumunu çıkarmak istemişti.

 

"Sokayım!" diye bağırdı Jin Sen. "Tam altımda!"

Haklıydı. Bir sonraki an An Zhe ayaklarının altındaki yerin sallandığını hissetti. Bu his çok yakın ve çok gerçekti, sanki ağır balyozlar yeri dövüyor gibiydi.

Tam o sırada koridorun sonunda bir gürültü daha duyuldu ve demir kapılar şangırdayarak yerine oturdu, buna oradaki mahkûmların panik içindeki bağırışları eşlik etti.

"Orada da varlar." Şair'in sözleri bir anda hızlandı. "Yer altı yaratıkları, kemirgenler mi? Gruplar halinde yaşıyorlar, Güneydoğu Üssü..."

Sözlerini bitirmeden önce konuşmasının yönünü hızla değiştirdi. "Hayır, kemirgenler o kadar güçlü değildir, yer altında..."

Siyah giysili askerlerden oluşan bir ekip erişim merdivenlerinden hızla aşağı inerken aceleci ayak sesleri duyuldu, fenerler dalgalanarak etrafı aydınlatıyor ve hoparlörlerin sesi koridorda sağır edici bir şekilde yankılanıyordu. "Panik yapmayın, şehir savunma dairesinin temelleri sağlamdır, beton ve özel çelik plakalarla doludur Nedenini bulmaya çalışıyoruz. Panik yapmayın."

Mahkumları dışarı çıkarmak için hücre kapılarını hızla açarken bağırmasalardı bu sözler daha inandırıcı olabilirdi.

Bu sırada dışarıda tiz sesler duyuldu ve sirenler dalgalar gibi yükselip alçaldı.

"Tahliye sinyalleri çalıyor." Jin Sen şiddetle kapıya vurdu. "Ağabey! Hemen benimkini aç!"

Asker aceleyle uzak taraftaki üç hücre kapısını açtı ve sonra hızla yanlarına geldi, Patron Shaw dışa yakındı. Asker hücre kapısına karşılık gelen anahtarı buldu ve hızla kilit silindirine soktu, bir tıklamayla demir kapı açıldı. Patron Shaw dışarı fırladı ve asker hızla "Sağa dönün ve çıkışı bulmak için yukarı çıkın!" dedi.

Patron Shaw sağa koşmadan önce birkaç kez tökezledi. Tavandan toz düştü ve asker yüzünü silerek Şair'in kapısının önünde durdu.

Bu sırada Jin Sen, "O müebbet hapiste! Tehlikeli bir adam! Önce beni serbest bırakın! Ben iyi bir vatandaşım!" diye bağırdı.

Zemin daha da sarsılırken asker bir an tereddüt eder gibi oldu ve Jin Sen'in hücre kapısını açmak için döndü.

Demir kapıyı iki eliyle kavrayan Jin Sen'in sesi şiddetle titriyordu. "Ağabey, acele et ağabey."

An Zhe askerin de elinin birkaç kez titrediğini gördü, anahtarın kilide girmesi için birkaç defa denemesi gerekti.

Jin Sen ona, "Ağabeyim benim..." diyordu ki...

Sesi aniden kesildi.

Zemin gıcırdadı ve devasa siyah bir şey parçalanan zemine, kir ve toza karışarak yukarı doğru sıçrarken tüm vücudu şiddetle havaya kalktı!

Jin Sen'in vücudu yaratıkla tavan arasında ezilirken; gözleri dışarı fırlarken, karnı keskin bir şey tarafından itilerek açılırken, kanı ve iç organları dışarı akarken donuk bir "puf" sesi geldi.  Korkunç bir çığlığın duyulmasıyla An Zhe'nin gözbebekleri büyüdü. Yavaşça başını çevirdi ve kapıyı açan askerin demir kapı tarafından ezildiğini, keskin uçların baldırına ve göğsünün sağına saplandığını gördü. Yerde yuvarlanıyor, bacağını tutuyor ve şiddetli bir şekilde öksürüyordu. Muhtemelen ciğerleri delindiği için büyük miktarda kan çıkarmıştı.

Siyah şey büyük bir gürültüyle yere indi, yerde bir delik açtı ve Jin Sen'in bedenini bir daha görülmemek üzere çukura düşürdü.

Koridorun derinliklerinden diğer bağırışları kükremeleri geldi. "Çıkın dışarı!"

Ancak hemen bir saniye sonra zeminin parçalanmasının gürültüsü oradan da duyuldu, demir kapılar yere çarptı ve tavan parçalanıp düştü. Korku dolu iki çığlık duyuldu, sonra tiz bir sesle durdu.

An Zhe çiğneme sesi duydu.

Başlangıçta su sesi, sonra donuk bir sürtünme sesi, birbirine çarpan uzuvların sesi ve son olarak da çatırdayan ve tekrar parçalanan kemiklerin sesiydi.

Sesler koridorun sonundan ve An Zhe'nin karşısındaki çukurdan geliyordu.

Asker seğirip yuvarlanırken el feneri yere düştü ve birkaç kez yuvarlandı, soluk ışığı karanlık çukuru aydınlattı.

Demir kapıdaki aralıktan bir miselyum uzandı ve onu daha fazlası izledi, dolaştı, bir araya geldi ve yerde bir top halinde dağılmış olan anahtarı yakaladı, yavaşça demir kapının içine doğru sürükledi, anahtar bir tıkırtı sesiyle zemine sürtündü. An Zhe askerin korkuyla kendisine baktığını gördü fakat şu anda bunu umursayacak durumu yoktu, askerin de umursayamayacağını biliyordu, çünkü kendisi som mefeslerini veriyordu.

An Zhe yan hücreye sordu. "Ben hangi hücredeyim?"

Şairin sesi titriyordu. "On yedi. İyi misin?"

"Ben iyiyim." diye yanıtladı An Zhe. Kendi demir kapısının Şair'in demir kapısıyla hemen aynı hizada olduğunu tahmin etti. Şair'in görüşü sınırlıydı ve An Zhe'nin anahtarları aldığı sahneyi göremeyecekti.

Miselyum geri çekildi. An Zhe hızla anahtarları aldı, On yedi numarayı buldu ve çıkardı.

Çiğneme sesi hızlandı.

Miselyum on yedi numaralı anahtarı tuttu ve bir kez daha demir kapıdan dışarı çıktı, miselyumun bir kısmı kapıya bastırarak anahtar deliğinin yerini araştırırken diğer kısmı anahtarı yerleştirdi. Miselyum kırılgandı ve sınırlı bir güce sahipti fakat daha fazlası bir araya toplandıkça anahtar nihayet çevrildi ve bir tık sesiyle kilit açıldı.

An Zhe kalan anahtarları sıkıca kavrayarak yanındaki kapıya yöneldi. On sekiz numaralı anahtarı çevirirken elleri biraz titriyordu. Sonra askerin el fenerinin ışığıyla anahtarı deliğe soktu ve sola doğru sertçe çevirdi. Çiğneme sesi o anda tamamen kesildi.

"Tanrım..." Genç adam tökezleyerek kapıdan dışarı fırladı ve An Zhe onun yüzünü görmeye bile vakit bulamadan onu şiddetli bir çekişle askerin bedeninin üzerinden çekti. İkisi birlikte sağdaki tek güvenli koridora doğru koştu. Yer hala sarsılıyordu, bu da yerin altında bunlardan ikiden fazla olduğunu gösteriyordu.

Tam o sırada, önlerindeki acil durum ışıkları birkaç kez yanıp söndü ve sonra tamamen sönerek ileriyi tamamen karanlığa gömdü.

An Zhe, yanındaki Şair'in birkaç kez nefesinin kesildiğini duydu. "Arkana bakma."

Yine de An Zhe başını geriye çevirmekten kendini alamadı.

Bir böcekti.

Koridorun yarısı kadar geniş siyah bir solucan.

Vücudu bir yılanı andırıyordu ama farklı bölümlere ayrılmıştı. O anda yerdeki devasa delikten dışarı çıkıyor, başını An Zhe ve Şair'e doğru kaldırıyordu - gerçi buna baş denemezdi, gözleri veya bir başın sahip olması gereken hiçbir yapısı yoktu, sadece dişlerle dolu yuvarlak bir ağzı vardı.

Arkasından aynı türden başka bir solucan geliyordu. Birbirine sürtünen yoğun dişlere sahip iki ağız uyum içinde onlara yöneldi ve gelirken bir hışırtı sesi duyuldu. Hızları hiç de yavaş değildi. Aralarında sadece bir düzine metre vardı ve An Zhe onlardan gelen iğrenç kokuyu alabiliyordu.

Şair dişlerini sıktı ve "Haydi!" diye bağırdı.

Ancak yer yine şiddetle sarsıldı ve An Zhe büyük bir güçle duvara savruldu, sol kolunda kırılmış bir demir kapıya çarpmış gibi keskin bir acı hissetti. Kendini desteklemek için kolunu kullandı, şair onu çekti ve zifiri karanlıkta bir kez daha beraber koridorun hatırladıkları yönüne doğru çılgınca koştular. Karanlıkta her şey olabilirdi, belki bir saniye sonra önlerine üçüncü bir solucan çıkacaktı, belki de hiçbir şey göremedikleri için doğrudan duvara çarpacaklardı.

An Zhe gerçekten de duvara çarptı.

Kafası metal bir parçaya vurdu ve canı yandı. An Zhe, tüm vücudu bir şeye tekrar çarptığında zaten acı içindeydi. Bir sonraki an bir şey beline dolandı ve tekrar dik durması için onu tamamen kaldırmaya çalıştı.

Bu duvarın elleri vardı.

"Arkanızda canlı kalan kimse var mı?" Son derece yakından, Lu Feng'in sesi her zamanki konuşma hızından daha hızlı bir şekilde çınladı.

"Kimse yok." derken An Zhe'nin kalbi neredeyse duracaktı.

İçerideki herkes ölmüştü.

"Uranyum mermilerini hazırlayın, maksimum değerde." Lu Feng'in sözleri ağzından çıkar çıkmaz kör edici beyaz bir ışık parladı ve koridorun derinliklerine doğru hızla ilerledi.

An Zhe tepki bile veremeden Lu Feng tarafından sertçe aşağı itildi ve yerde yuvarlanarak adamın altında kaldı.

Hemen sonraki an donuk bir patlama sesi duyuldu ve beyaz bir ışık parlaması oldu, Lu Feng'in figürü An Zhe'nin retinasına göz kamaştırıcı bir gölge olarak düştü. Sağ eliyle Lu Feng'in kolunu kavrayarak gözlerini kapadı ve birkaç derin nefes aldı - az önce çok hızlı koşmuştu.

Yer hala şiddetle sallanıyordu. Üç saniye sonra Lu Feng tarafından yerden kaldırıldı, yanında başkaları da vardı. Işıklar yanarak ortamı aydınlattı ve Lu Feng, "Gidelim." diye emir verdi.

An Zhe onları takip etti ve merdiven boşluğunu çıkmak için döndü, fazla gücü kalmamıştı ama mucizevi bir şekilde Lu Feng'in onu tuttuğu elinin özel bir yeteneği var gibiydi; ne zaman yetişemese her zaman çekiliyordu.

Ne kadar zamandır körü körüne takip ettiğini bilmiyordu ama nihayet dışarıdaki soğuk hava nefes borusunu doldurmuştu. Neredeyse Lu Feng'e yaslanmıştı, sürekli nefes alıp veriyordu.

Lu Feng hafifçe, "Her şey yolunda," dedi.

"Çırak! Çırak!" Yanındaki bir adam gelip kolundan çekiştirerek onu Lu Feng'in elinden aldı, bu Patron Shaw'dı.

An Zhe nihayet daha iyi hale geldi ve görüşü netleşti. "Şair..."

"Buradayım." Arkasından bir ses duyuldu ve An Zhe arkasını döndüğünde kollarını birbirine dolamış, duvara yaslanmış, koşmaktan nefes nefese kalmış yakışıklı bir genç adam gördü. Adam sessizce, "İnsanlara çarpma konusunda çok iyisin." dedi.

An Zhe: "…"

Bir şey söyleyemeden Lu Feng'in sesi çınladı.

"Müdür Howard, geç kaldınız."

An Zhe ileriye baktı ve önünde şehir savunma üniforması giymiş, demir grisi saçlı, heybetli bir şahin burnu olan, omzunda Lu Feng'inkiyle aynı nişan bulunan uzun boylu, albay rütbesine sahip, şehir savunma dairesinin başı gibi görünen bir adamın liderliğinde bir sıra askerin durduğunu gördü.

Howard'ın sesi kendisi kadar sakin, soğuk ve sertti. "Ayrım gözetmeksizin bombalamaya zaten hazırlıklıydım ki Albay Lu yetkisi dışında binaya girerek işimi zorlaştırdı."

"Sonuçta mahkumlarım hala içerideydi." Lu Feng'in sesi soğuktu. "Ayrıca ultrasonik dağıtıcının bulunduğu bir yeri gelişigüzel bombalamaya cüret mi ediyorsun?

Howard, "Şehir savunma dairesinin donanımı konusunda endişelenmek mahkemenin işi değil." dedi. "Yer altından çıkan insanların enfekte olup olmadığına baksanız iyi olur."

"Yargı Mahkemesi'nin çalışmaları hakkında endişelenmek size düşmez."

Howard'ın gözleri yoğun bir şekilde An Zhe'ye dikildi. An Zhe de kısa bir süre Howard'ın bakışlarına karşılık verdi ve bu kişinin sol koluna baktığını fark etti - yer altı koridorundaki yaralanmıştı ve kolundan kan akıyordu.

Lu Feng'in sağ eli An Zhe'nin omzunu kavradı. "Tampon dönem boyunca gözetimi ben üstleneceğim."

Howard ona "Memnuniyetle." dedi.

Sonra şehir savunma dairesinin askerlerine döndü. "Bombalamaya hazırlanın."

Ardından An Zhe, Patron Shaw'ın önünde Lu Feng tarafından alınokuldu.

Lu Feng'in şehir savunma dairesindeki ofisi ana binanın yardımcı kanadında, herhangi bir dekoru olmayan bir odaydı. An Zhe girer girmez Lu Feng kapıyı kilitledi.

An Zhe bunun bir ihtiyati tedbir olabileceğini düşündü, enfeksiyon kapıp bir yaratığa dönüşmesi durumunda bu odadan kaçamayacaktı.

Lu Feng'in gri masaya yürüdüğünü, çekmeceyi açıp beyaz bir top çıkardığını ve ona doğru fırlattığını gördü. An Zhe bilinçsizce onu yakaladı ve bunun bir bandaj rulosu olduğunu gördü. Yargıç muhtemelen yaralarını sarmasını istiyordu. Pencerenin yanındaki başka bir masanın önündeki sandalyeye oturdu ve bandajları açmaya başladı. Kendi kendine, Yargıç'ın insanları tutuklamaktaki tüm rastgeleliğine rağmen belki de kötü bir adam olmadığını düşündü.

Yarası sol kolundaydı ve küçük bir yaraydı, sadece demir kapının açtığı bir kesikti, çok acı vermiyordu ama kan sızıyordu. An Zhe yaklaşık yarım metrelik bir bandajı yırtarak açtı ve sağ eliyle sol kolunun etrafına sarmaya başladı - beceremiyordu.

Tek eliyle gevşekçe sarmayı başardı ama düğüm atamadı. İnsan parmakları miselyum kadar esnek değildi -sadece bir elinin parmaklarını kullanılabildiği gerçeği bir yana- ve dahası, insan uzuvlarına pek aşina değildi. Ancak An Zhe, etrafına bir bandaj bile saramayan göstermelik bir insan olmaktan biraz utanç duydu, bu yüzden kaşlarını çattı ve düğüm atmaya devam etti.

Bir bakışın üzerine düştüğünü hissetti; Lu Feng onu izliyordu.

Düğüm atmaya devam etti. Ancak Yargıç'ın onun her hareketini izlediği düşüncesi düğüm atma becerisini daha da kötüleştirdi ve üç dakikalık çabanın ardından düğüm düzgün atılamamakla kalmadı, eli de titredi ve koluna sarılmış olan bandaj açılarak dağıldı. Bandaj dağıldığı anda An Zhe o kadar sinirlenmişti ki miselyumunu çıkarmak istemişti.

Odanın öbür ucundan yumuşak bir kahkaha geldi.

Aslında bu bir kahkaha değildi, sadece bir nefes sesiydi. Çok kısaydı ama An Zhe onu duyabilmişti - ses tonu küçümseyiciydi, alay eder gibiydi.

An Zhe: "…"

Yargıç ona gülüyordu.