Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 24: "Pek bir işe yaramasan da gidip çocuklara bakabilirsin."

 

İnsanlar için söylenenleri geri almak zordur.

Ve olaylar böylece gelişti.

Beşinci kattaki ortak banyoda, kahverengi pas lekeli lavabonun yanında, bir sıra musluğun önünde An Zhe bir elinde bir bardak su, diğerinde diş fırçasıyla özenle temizleniyordu. İnsan ırkının alışkanlıklarını biliyordu ve bunları her gün dikkatle yerine getiriyordu; ancak bugün her zamankinden biraz daha dikkatliydi, çünkü Albay onunla birlikteydi.

Bitirdikten sonra dikkatlice eşyalarını topladı ve Lu Feng'e baktı.

Lu Feng az önce yüzünü soğuk suyla yıkamıştı, saçlarının uçları yeni erimiş kardelen çiçekleri gibi birkaç kristal damlacıkla nemlenmişti.

An Zhe sessizce ona bir havlu uzattı.

Lu Feng havluyu aldı ve kısaca "Teşekkürler." dedi.

"Rica ederim." dedi An Zhe.

Yaptığı şeyin insan görgü kurallarına uygun olduğunu düşünüyordu, bir şeyi paylaşmak insanların sıkça yaptığı bir eylemdi.

Kendi bardağını Lu Feng'e uzattı.

"Bunu kullanmak ister misin?" diye sordu. "Sadece bir tane var."

Üssün malzeme sıkıntısı vardı, herkese sınırlı sayıda ev eşyası tahsis edilmişti ve fazladan bir şeye ihtiyaç duyduklarında karaborsaya gidip kendileri satın almak zorundalardı. An Zhe'nin sadece bir bardağı ve bir diş fırçası vardı; karaborsa artık olmadığı için bunları satın alabileceği bir yer de yoktu.

Lu Feng, nihayet hareket etmeden önce ona beş veya altı saniye baktı.

An Zhe başını eğdi, banyodaki loş sarı ışık bardağının kenarına soluk altın rengi bir renk veriyordu. Lu Feng'in uzun, ince parmakları porselen beyaz bardağın kulpunu tuttu ve bardağı ondan aldı. Silah tutan sağ eliydi. Parmaklarında ince bir nasır tabakası vardı. An Zhe elini bıraktığında parmaklarını hafifçe birbirine sürttü.

Lu Feng diş fırçasını kullanmadı. Sadece bardağa su doldurdu ve sıvı diş macunu ile gargara yaptı. İşini bitirdikten sonra bardağı kaldırdı ve ikisi dışarı çıktı.

Saat gece on birdi; normal bir gün olsaydı üssün kurallarına uygun olarak banyonun ve koridorların suyu ve elektriği kesilirdi ama bugün 6. Bölge'nin tamamında acil bir durum vardı, su ve elektrik üzerindeki kısıtlamalar kaldırılmıştı. İnsanlar diken üstünde olduğu için pek çok kişi uyuyamamıştı. Bu nedenle gecenin geç saatlerinde bile banyoda insanlar vardı - bulaşık ya da çamaşır yıkayan birkaç kişi ikisine gizlice bakıyordu, An Zhe bunu fark ettiği için Lu Feng'in de fark etmiş olması gerektiğini biliyordu, fakat Albay bu konuda pek endişeli görünmüyordu.

An Zhe önde yürüdü. Banyo zemini ıslaktı ve yerde birkaç su birikintisi vardı. Bu birikintilerden kaçınmak için aşağı bakarak yürümek zorunda kalmıştı.

Kapıya vardığında önündeki köşeden çıkan karanlık bir gölgeye çarptı. An Zhe yukarı baktı.

"Sen..." Bu Josey'nin sesiydi.

An Zhe bilinçsizce bir adım geri çekildi ve Lu Feng'in göğsüne çarptı. Josey'nin ona baktığını ve bir şeyler söylemek istediğini gördü - ancak bakışları olduğu yerde donup kalmıştı.

An Zhe de yarı donmuş durumdaydı. Josey kapıyı engelliyordu, An Zhe ne içeri geçebiliyor ne de dışarı çıkabiliyordu.

Tam o sırada omuzları hafifçe çöktü. Lu Feng'in parmakları üzerindeydi.

Josey'nin gözleri kocaman açıldı. An Zhe göz bebeklerindeki titremeyi neredeyse görebiliyordu. Bir an sonra Josey başını eğip bir adım geri atarak vücudunu yana çevirdi ve saygılı bir hareketle kapıya yol verdi.

Lu Feng'in An Zhe'nin omzundaki eli, bırakmadan önce onu kapıdan çıkarmak için hafif bir çaba sarf etti.

Bütün bunlar bir anda olmuştu. An Zhe'nin kalbi deli gibi çarpıyordu, Josey'nin Yargıç'ın önünde "An Ze" diye bağıracağı veya "O An Ze gibi değil" diyeceği korkusuyla tüm vücudu gerilmişti.

Fakat bir düzine adım atmalarına rağmen Josey hâlâ tek kelime etmemişti.

An Zhe tekrar Josey'nin yüzüne baktığında adamın parmaklarının yan tarafında gömleğini sıkıca kavradığını, dudaklarının sımsıkı kapandığını görmüştü.

An Zhe aniden bir şeyin farkına vardı - bu yerde Yargıç herkesin yaşamını ve ölümünü kendi ellerinde tutuyordu. Bu yüzden Josey de dahil olmak üzere üsteki insanların büyük çoğunluğu Yargıç'la tek bir kelime bile konuşmaya cesaret edemiyordu.

Koridoru geçerek daireye dönmüşlerdi. Lu Feng ona Josey'nin kim olduğunu ya da Josey ile aralarında neler geçtiğini sormadı. Açık konuşmak gerekirse o ve Lu Feng, birbirlerinin odalarını ödünç almaları dışında hala sadece iki yabancılardı.

Daireye döndüğünde Lu Feng An Zhe'nin masasına oturdu, çalışma kılavuzunu açtı ve not almaya başladı. Kalemini hızla oynatarak 6.18 sütununa "Hesap Günü, çok sayıda ölüm." yazdı.

An Zhe durmuş onu izliyorken bir kez daha şu soruyu düşündü: Böyle bir çalışma kılavuzunun amacı neydi?

"Çok az yazıyorsunuz." dedi.

Lu Feng kılavuzu kapattı. "Kontrol ile başa çıkmak için."

Sanki bunu hafife alıyormuş gibiydi sesi.

An Zhe, "...Ah." diye mırıldandı.

Sonra "Kıyafetlerimi değiştireceğim." dedi.

Lu Feng hafifçe "Hm." dedi.

An Zhe daha sonra günlük kıyafetlerini değiştirdi; çok yumuşak, beyaz, pamuklu geceliğini giyindi. Üzerini değiştirdikten sonra yorganın altına girdi ve yatağın iç tarafında uzandı. Üssün dairelerinde sadece bir tane standart tek kişilik yatak vardı. Ancak dar değildi ve hatta üzerinde yuvarlanabiliyordu. An Zhe bunun muhtemelen üste çok sayıda büyük, kalıplı paralı asker olduğu için olduğunu düşündü.

Yani o yatağa uzandıktan sonra bile yatak bir kişinin daha sığması için fazlasıyla yeterliydi.

Uzandıktan sonra Lu Feng'e baktı ve "Benim işim bitti." dedi.

Lu Feng'in, masasının üzerindeki İkmal İstasyonu Değerlendirme Kılavuzu'na baktığını fark etti.

Lu Feng, "İkmal istasyonuna mı gitmek istiyorsun?" diye sordu.

"Hm."

Dış şehir böcekler tarafından işgal edilmeye devam ederse gitmesi asla mümkün olmayacak gibi görünüyordu.

"Yarın öğleden sonra şehir işleri ofisine git." dedi Lu Feng. "Son birkaç yıldır çok sayıda yeni doğan bebek var ve ana şehirde personel sayısı yetersiz, bu nedenle şehir işleri ofisi dış şehirden insanları işe almakla görevlendirildi."

Bu sözlerle birlikte ceketini çıkarıp sandalyenin arkasına asarak kalktı ve An Zhe'ye doğru ilerledi. An Zhe o yeşil gözlerin onu süzdüğünü biliyordu.

 O anda Lu Feng'in "Pek bir işe yaramasan da gidip çocuklara bakabilirsin." diye devam ettiğini duydu.

An Zhe cümlesinin ilk kısmını çürütmeye çalıştı fakat şaşırtıcı bir şekilde bunu yapamadığını fark etti.

Kendini aşağılanmış hissederek yorganı üzerine örttü.

Tam Lu Feng'in kahkahasını duyduğu sırada yatağın kenarı çöktü ve Lu Feng yatağa uzandı.

Soğuk nefesi o kadar yakındı ki Lu Feng'in nefes alışını hissedebiliyordu. Bugün yaşananlar rüya gibiydi. Heterogenez bir tür olarak geceyi Yargıç'la geçirecekti.

"Yani," diye fısıldadı An Zhe, gözlerini yorganın altından dışarıya dikerken, "hala benim nesnel olarak bir insan olup olmadığımdan şüphe mi ediyorsunuz?"

"Genetik testi ve otuz günlük gözlem süresini geçtin." Lu Feng'in yüzü ifadesizdi. "Sen nesnel olarak bir insansın."

"Gözlem süresi nedir?"

"Enfekte olduktan sonraki otuz gün içinde enfekte kişi akıl sağlığını kesinlikle kaybeder. Olasılık 1'e sonsuz derecede yakın." dedi Lu Feng.

"Yani... Akıl sağlığını kaybetmeyenler olacak mı?" diye tereddütle sordu An Zhe. "Heterogenez olmalarına rağmen hala insan görünümüne ve düşüncelerine sahip olanlar, sadece başka yaratıklara dönüşmek gibi fazladan bir becerileri var."

Kendisinin heterogenez olduğunu, aynı zamanda hala oldukça aklı başında olduğunu biliyordu.

"İnsan iradesinin güçlü olduğunu mu düşünüyorsun?" diye sordu Lu Feng.

An Zhe nasıl cevap vereceğini bilmiyordu -ki Lu Feng'in buna ihtiyacı varmış gibi de görünmüyordu.

"Bahsetmeye değmez, Deniz Feneri pek çok deney yaptı." Lu Feng hafifçe konuştu. "İnsan iradesi heterogenez bir canlının hayatta kalma iç güdüsünün üstesinden gelemez. Aksine heterogenez türler insanın düşünme yeteneğini yavaş yavaş sindirir ve bunu kendi hayatlarını sağlama almak için kullanır. Örneğin bugünkü böcekler, Deniz Feneri'nin soruşturma raporu henüz çıkmadı fakat şahsen saldırmayı planladıklarına inanıyorum."

An Zhe'nin gözleri hafifçe büyüdü. Lu Feng ilk kez bu kadar uzun konuşmuştu ve sözlerinin ağırlığı çok büyüktü.

İnsanları insan olarak nitelendiren iradenin genetik füzyon karşısında tamamen değersiz olduğunu, insanların bu denli zayıf yaratıklar olduğunu söylemişti.

"Bunun doğru olduğunu düşünmüyorum." Yargıç tarafından öznel ve nesnel olarak insan olarak değerlendirildikten sonra An Zhe çok daha rahatlamıştı, en azından Lu Feng ile daha fazla konuşmaya cesaret edebilirdi. "İrade güçlüyse..."

"Bu güçle ilgili değil. 'Eğer' diye bir şey yok."

An Zhe kaşlarını çattı ve ciddi ciddi düşündü. "Mesela, eğer siz enfekte olsaydınız..."

Lu Feng doğruca onu yorganla kapladı.

"Kendimi hemen öldürürdüm." dedi Lu Feng soğuk bir sesle. "Uyu."

An Zhe Albay'ın muhtemelen kendisiyle konuşamayacak kadar uykulu olduğunu düşündü - aslında An Zhe'nin de uykusu vardı. Dün sabah erken saatlerde Lu Feng'in odasında sadece iki veya üç saat uyumuştu ve Lu Feng'in kırk saattir dinlenmediğini hesaplamıştı. Neredeyse gözlerini kapattığı anda uykuya daldı.

An Zhe tekrar uyandığında saatin kaç olduğunu bilmiyordu. Yatağa oturdu, tüm oda hala geceymiş gibi görünüyordu. Sadece perdelerdeki aralıklardan gelen zayıf bir ışık huzmesi vardı, tıpkı uçurumdaki bitki dalları ve yaprak katmanları arasından gelen zayıf güneş ışığı gibi. Perdeleri açtıktan sonra oda hala karanlıktı ve dışarısı bulutluydu.

İletişim cihazını çıkarıp baktı; saat sabahın on biriydi.

Aniden An Zhe bir şey unuttuğunu hissetti ve bir tedirginlikle tamamen uyandı; önce yatağa baktı, hiçbir şey yoktu. Sadece o vardı ve oda için de durum aynıydı.

Hemen ardından, masanın üzerinde öylece duran ve yanında bir kalem bulunan bir kağıt parçası fark etti.

An Zhe yataktan kalktı, masaya gitti ve onu aldı - bu "Yargıcın diktatörlüğüne direnin" broşürüydü, ters çevrilmişti ve arkasına siyah el yazısıyla birkaç kelime yazılmıştı.

        Gidiyorum.

        Bir şeye ihtiyacın olursa ara.

        Lu.

An Zhe bilmediği bir nedenle gülümsedi. Lu Feng'in notundaki ifadenin çalışma kılavuzu kadar basit olduğunu düşündü.

Notu bir kenara bırakarak gardırobuna gitti ve şehir işleri ofisine giderken giymek için kıyafet seçmeye başladı - uzun uzun düşündü, sonunda gri bir kazak çıkardı ve onu giydi.

Gri... An Zhe dışarı, yukarı baktı.

Gökyüzünün rengi griydi, çok alçaktı, binaların tepesinin hemen üzerinde asılı duruyordu. Kalın gri bulutlar bir kütle halinde kümelenmiş, sanki şiddetli bir yağmur yağacakmış gibi şehre ve ufka doğru yayılıyordu.

An Zhe çok mutlu hissetti, mantarlar yağmurlu günleri severdi. Lu Feng'in dün ona verdiği haber ise ayrı bir değerdeydi; şehir işleri ofisindeki işe alımları geçebilirse ana şehre gidebilirdi - ve deniz feneri ana şehirdeydi. Sporunu geri almaya bir adım daha yaklaşmış gibi görünüyordu.

Lu Feng'in sporunu alması meselesini bir kenara bırakmaya karar verdi.