Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 184: 1992-2020 54

 

Lian Qiao kolundan yakalandığında tüm vücudu aniden bulutlardan düşmüş gibi sarsıldı. Gözleri de trans halinden çıktı.


Bu anı görünce RenDong nefes alamayacak kadar panikledi. Etrafta hışırtı ile yaklaşan saçların sesi vardı fakat bunu umursamıyordu. Sadece Lian Qiao'nun kolunu sıkıca tutarak titreyen bir sesle, "Ne dedin sen? Ne yapacaksın? Bana söz verdin... Bana söz verdin, değil mi?!"


Lian Qiao hafifçe gülümsedi: "Sana ne sözü verdim?"


RenDong şaşkına dönmüştü.


"Söz vermiştin..." Birden Lian Qiao'nun ona ne söz verdiğini tam olarak hatırlayamadı. Kalbinde büyük bir panik duygusu kabardı, şimdi sadece vücudu değil yüreği de titremeye başladı.


Lian Qiao ona baktı, sanki onun daha fazla acı çektiğini görmeye dayanamıyormuş gibi yaklaşarak alnından öptü. Yatıştırıcı anlamlarla dolu bir öpücüktü bu. RenDong gözlerini kapadı, yüzünü hafifçe yukarı kaldırdı, sanki bir mucize alıyormuş gibi öpücüğü saygıyla, huzurla kabul etti.


Lian Qiao gülümseyerek, "Seni asla terk etmeyeceğime söz veriyorum. Seni geride bırakmayacağım, korkma." dedi. Sonra da onu kollarıyla sardı.


RenDong'un en çok almak istediği cevap tam olarak buydu. Lian Qiao'nun göğsünden gelen kalp atışlarını dinleyen RenDong'un kalbi nihayet duruldu.


Etrafındaki korkunç ses giderek daha da yoğunlaştı. RenDong her yönden yaklaşan bir şey hissetti. Hava giderek kan kokusuyla doldu. Tehlikenin yaklaşmakta olduğuna hiç şüphe yoktu. Vücudunun titremesine engel olamıyordu.


Saat dokuz elli beş olmuştu, merdivenlerden aşağı ya da yukarı çıkış yoktu, hayaletler yavaş yavaş yaklaşıyordu. Yaşamaları için bir yol yoktu.


Ne kadar ölüm yaşarsan yaşasın ruhunun derinliklerine kazınan korku asla silinmeyecekti. Kadının öfkeli ve kederli çığlıkları merdivenlerin altından geliyor, ateşin kavurduğu ve kıvırdığı saçları ayaklarının arkası boyunca azar azar yukarı tırmanıyordu.


Tavandaki sayısız çift ölü göz hiç kırpılmadı, merdivendeki bir çift uyluk bükülmüş bir pozisyonda onlara doğru yürümeye başladı.


Tüm dehşet ve kızgınlıklar yavaş yavaş yaklaşıyordu.


Ne çeşit bir vahşetle öleceklerdi? Artık bunu düşünmeye cesaret edemiyordu.


Ama… en azından, hala Lian Qiao ile birlikteydi.


RenDong Lian Qiao'nun göğsüne yaslandı, saçlarının tepesine nazik bir öpücük konduruldu.


Birden bu sahnenin çok tanıdık geldiğini hissetti.


Aynı zamanda Lian Qiao usulca, "Senin için bir şarkı söyleyeceğim, tamam mı?" dedi.


RenDong şaşkınlık içinde başını kaldırdığında Lian Qiao'nun nazikçe gülümseyen gözleriyle karşılaştı. O gözler, sanki binlerce kelime söylemek istermiş gibi, derin bakışlarla sessizce ona bakıyordu.


RenDong elini kaldırmaktan, titreyerek gözlerini okşamaktan kendini alamadı.


"Yoksa sen?.."


Lian Qiao’nun dudakları bir gülümsemeyle kıvrıldı, tüm yüzü neşeye büründü.


"Sus." Lian Qiao bir parmağını kaldırıp dudaklarına bastırdı. Gözleri büyülenmiş bir şekilde dudaklarına yöneldi. Sesi biraz kısıktı, sanki boğuk bir hıçkırığı tutuyormuş gibiydi. "Aslında bu tür bir benden hoşlanmadığını biliyorum."


RenDong içten dışa titredi. Konuşmak istediği sırada başının arkasında sert ve soğuk bir şey hissetti.


"Bir dahaki sefere kötü olmama izin verme."


Bu… çivi tabancasıydı.


Lian Qiao onu öldürmek mi istiyordu?


Lian Qiao onu öldürmek istiyordu!


RenDong'un göz bebekleri aniden küçüldü, yaşadığı büyük şok bir an tepki verememesine neden oldu. Tüm vücudu olduğu yerde dondu, tahta bir tavuk gibi donakaldı.


Neden? Neden?


Bu tek kelime zihninde defalarca dönüp duruyordu. Beyni kısır bir döngüye yakalanmış bir program gibiydi, o dayanılmaz şüphe içinde durmadan dönüyor, asla düşünemiyordu.


Lian Qiao ona baktı, dudaklarındaki gülümseme yavaş yavaş bir acı izi gösterdi.


"Korkma, acımayacak. Çabuk olacak. Seninle olacağım."


Böylece başını eğerek dudaklarını öptü.


…Seninle olacağım?


Ne demek istiyorsun?


Xu RenDong dudaklarındaki yumuşaklığı hissettiği anda gözlerinin nemli olduğunu fark etti.


Tam bu anda, gözlerinin ucuyla aniden bir şey yakaladı. Beyninde çakan bir şimşekle tüm gücünü kullanarak Lian Qiao'yu itti!


"...!" Lian Qiao hazırlıksız yakalanarak iki adım geriye düştü. Başını kaldırdığında yüzünde şaşkın bir ifade vardı.


Ancak RenDong ona bakmıyor, başını yana çevirmiş bir yeri işaret ediyordu. "Bak! Bu Küçük Elma değil mi?"


Lian Qiao şaşkınlıkla başını çevirdi.


Merdivenlerin tepesinde bir anda bir kız figürünün belirdiğini gördü. Kız kanlar içindeydi ve yüzü bembeyazdı. Boynunun ortasında büyük bir delik açılmış, kasları ve kan damarları oyulmuştu. Boynundan fıskiye gibi kan fışkırıyordu.


Bu Küçük Elma’dan başka kim olabilirdi?


Lian Qiao gözlerini kıstı, sesi aniden soğuklaştı. "Onu görmezden gel."


"Ama..." RenDong kaşlarını çattı. "Bize yolu gösteriyor gibi görünüyor!"


Gerçekten de RenDong'un dediği gibi, Küçük Elma merdivenlerin başında durmuş onlara el sallıyordu. Çok telaşlı görünüyordu, dudakları açılıp kapanıyor ama hiç ses çıkaramıyordu. İkisinin cevap vermediğini görünce merdivenlerden inmeye çalışıyor gibi göründü fakat bir adım attıktan hemen sonra çığlık atarak sanki bir şey tarafından sokulmuş gibi geri çekildi.


Muhtemelen RenDong'un elindeki kutsanmış levye yüzündendi.


RenDong saate baktı, dokuz elli yediydi. Aniden kalbinde bir umut ışığı belirdi. Lian Qiao'nun elini tuttu ve "Bize çıkış yolunu gösteriyor olabilir, onu takip edelim!" dedi.


Lian Qiao kıpırdamadı, sadece hayalete şüpheyle baktı ve alayla "Nasıl bize çıkış yolunu gösteriyor olabilir? Onu öldürdüğümü unuttun mu?" dedi.


Bu sözler kimi incitiyordu belli değildi. RenDong dişlerini sıkıp onu çekmek için çaba sarf etti. "Bunu bu kadar dert etme! Önce bir deneyelim!"


Lian Qiao'nun yüzünde kederli bir ifade belirdi fakat daha fazla direnmeden RenDong’u takip ederek Küçük Elma'ya doğru koşmaya başladı.


Küçük Elma'nın yüzünde bir sevinç ifadesi belirdi, sonra başını çevirerek yukarı çıktı. İkili, Küçük Elma bir kat yukarı koşarken onu takip etti ve tam merdivenlerin köşesini döndüklerinde duvara kanla büyük bir haç çizildiğini gördü.


"Burası çıkışın olduğu yer mi?" diye sordu RenDong.


Küçük Elma fazla yaklaşmaya cesaret edemeden sadece uzaktan başını sallayabildi.


RenDong levyeyi kaldırdı, kırmızı haçı hedef alarak sertçe duvara vurdu. Ne var ki levye duvara çarptığında betona çarpmanın ağır ve donuk sesi yerine…


Şıngır!


Cam kırılma sesi!


İkisi de hayrete düşmekten kendilerini alamadı.


Şirket binasının zemin katı cam kapılıydı! Gerçekten de zemin katta olabilirler miydi?


Yere düşen cam sesiyle birlikte çevredeki manzara da sallanmaya başladı. Sonsuz döngülü merdiven kayboldu; saçlar, gözler ve uzuvlar, bir gölete düşen mürekkep gibi dalgalanıp halelendi, hızla solup kayboldu.


Şirket binasının kapısı ikisinin önünde belirdi.


Döner cam kapı kırılmış ve camlar etrafa saçılmıştı. Dışarıda şehir merkezinin tanıdık gece manzarası, gökyüzünde bir ay ve soğuk soğuk aşağı süzülen ay ışığı vardı.


"Hadi gidelim!" RenDong çok sevindi fakat arkasını döndüğünde Lian Qiao'nun inanamayan bir ifade sergilediğini gördü.


Lian Qiao boş gözlerle Küçük Elma'nın giderek soluklaşan figürüne baktı. "Bu nasıl mümkün olabilir?"


Bir an için RenDong'un kalbinde sayısız karmaşık duygu dalgalandı. Gülümsedi, elini sıkıca tuttu ve "Çünkü senden hoşlanıyor." dedi.


Lian Qiao gözlerini kocaman açtı.


Küçük Elma'nın kan lekeli figürü gittikçe silikleşti, yavaş yavaş sis gibi havaya karıştı. Kaybolmadan önce bile boynundaki kanlı yara hâlâ dehşet verici görünüyordu.


Yine de dudaklarında bir gülümseme olduğu açıkça görülüyordu.


Lian Qiao dudaklarını büzüp bakışlarını çevirdi. Artık konuşmadan RenDong ile birlikte yolun ortasına doğru koştu.


Gece saat ona daha bir dakika vardı. Otopark şirket binasının karşısındaki caddede yer alıyordu. RenDong'a işten çıktıktan sonra otoparka giderken büyük bir kamyon çarpmış ve bu da asansörü tetiklemişti.


Bu sırada yol günümüz dünyasındaki yaşamın atmosferiyle doluydu. Fazla mesaiden yeni çıkmış beyaz yakalı işçiler kıkırdıyor ve gece ne yiyeceklerini tartışıyorlardı; ağır makyajlarıyla eğlenmeye çıkmış kızlar yüksek sesle konuşup gülüşüyorlarken aksesuarları şıngırdıyordu. Yaşlı adam köpeğiyle birlikte kaldırımda yavaşça yürüyordu. Karşıdaki marketin ise sahibi esniyordu.


Trafik ışığı yeşil yandı. İki adam yolun ortasına doğru yürüdü ve hareketsiz kaldı. Yoldan geçen diğer yayalar yanlarından geçip giderken onlara şaşkın bakışlar attı.


Xu RenDong'un kalbi çılgınca atıyordu. Bir kamyon motorunun kükremesi uzaktaki sokaklardan duyulmaya başlamıştı bile.


"Geliyor!" Avuç içleri soğuk terle kaplanmıştı, bilinçsizce Lian Qiao'nun elini tuttu.


Lian Qiao sessizdi, sadece sessizce sokağın köşesine bakıyordu.


Birkaç saniye sonra büyük bir kamyon hızla sokağın köşesinden fırladı. Motorun gürültüsü dünyayı sarsıyordu ve ön camdan, kabinde panik içinde direksiyonu çeviren mavi giysili genç bir adam olduğu görülebiliyordu. Muhtemelen kamyonda bir sorun vardı.


Kamyon büyük miktarda malla yüklüydü ve keskin dönüş esnasında mallar kompartımanda birbirleriyle çarpışarak çınlıyordu.


Böylesine büyük bir aracın yüksek hızla kendisine doğru geldiğini gören RenDong kaçmak için güçlü bir dürtü hissetti. Neyse ki Lian Qiao onun yanındaydı, ona sonsuz cesaret veriyordu. Dudaklarını sertçe ısırdı, son anı karşılarken nefesini tuttu.


Zaman sonsuza kadar uzamış gibi görünüyordu, belli ki sadece birkaç saniyelik bir olaydı ama insana sanki on bin yıl geçmiş gibi hissettiriyordu.


RenDong baştan aşağı gerildi ve zihninden sayısız düşünce geçti.


Asansör gerçekten gelecek mi?


Asansör görünmezse ezilecek miyiz? Önemli değil, her şeyi yeniden yapabilirim.


Ama asansör görünse bile düğme ne olacak?


O kadar düşünecek zaman yok, önce asansörün ortaya çıkması için gereken koşulları belirleyelim. Her neyse… ne kadar kötü olursa olsun her zaman baştan başlayabilirim.


Her şey düzeltilebilir. Sadece yeniden başlayacak ve tekrar inşa edeceğim.


RenDong tam bunları düşünürken aniden Lian Qiao'nun elini bıraktığını ve eline ince, sert bir şey tutuşturduğunu hissetti. RenDong irkilerek başını çevirdiğinde Lian Qiao'nun kendisine gülümsediğini gördü. Fakat gülümsemeyle kıvrılan gözleri yaşlarla doluydu. Sanki bir saniye sonra ağlayacakmış gibi net ve parlaktı.


Bir anda, o endişe uyandıran panik hissi RenDong'un kalbini bir kez daha doldurdu. Ancak bu sefer o daha soramadan kamyon çoktan önüne fırlamıştı.


Farlar gözlerini acıtıyordu. İçgüdüsel olarak elini kaldırıp gözlerinin önüne getirdi. Kamyonun tekerleklerinden keskin, delici fren sesleri yükseldi ve etrafındaki kalabalık çığlıklara boğuldu.


Zaman sonsuza dek, sınırsızca uzuyordu…


Ve sonra, nihayet hareketsiz kaldı.


Tüm sesler kayboldu. Tüm dünyada sadece kendi nefes alış verişinin ve kalp atışının sesi kalmıştı.


RenDong nefes nefese kalarak inanılmaz derecede tanıdık o şeyi görmek için gözlerini açtı.


Asansör!


Gümüşi beyaz metal asansör yolun ortasında sessizce duruyordu. Metal gövdesi soğuk ay ışığını yansıtıyor, etrafındaki her şeyle çok alakasız görünüyordu.


Yine de çok neşeliydi.


"Sonunda ortaya çıktı!" RenDong'un sesi heyecandan titriyordu.


Ancak Lian Qiao'ya bakmak için başını çevirdiğinde sanki yıldırım çarpmış gibi tüm vücudu olduğu yerde sarsıldı.


Lian Qiao hâlâ ona gülümsemeye devam ediyor, çok yakında olan asansörden habersiz görünüyordu. Gözleri yaşlarla doluydu, o yaşlar hemen yakında akmak üzereydi…


Ama kımıldamıyordu.


RenDong kontrolsüzce titremeye başladı. Lian Qiao'nun yüzüne dokunmak isteyerek elini kaldırdı. Ancak uzattığı eli havada bir şeye çarparak yumuşak bir ses çıkardı.


Bam.


Hava duvarıydı.