Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 3: Görünüşe göre Su Bey ile karşılaşmak kaderimizde varmış.

 

        Üst kata doğru hafifçe süzülen şarkıcıların nazik sesleri restoranı dolduruyordu. Ne yazık ki içeride oturan iki kişi şu anda rafine zevklere hayranlık duyacak bir ruh halinde değildi. Burada olma sebepleri zevk almak değildi.

        Chu Mingyun elindeki parıltılı altın yelpazeyi birkaç kez açıp kapattı, sonunda sabırsızlıkla masanın üzerine koyarak odadaki sessizliği bozdu. "Altı yıl birbirimizle görüşmedikten sonra evim yerine burada toplanıyoruz. Du Yue yine ne ile uğraşıyor?" Sıkıntıyla beyaz porselen bir fincanı eline alıp parmak uçlarıyla oynadıktan sonra yanında oturan Qin Zhao'ya, "Onun gibi beyninde kıvrım olmayan biri başkentte yolunu bulabilir mi?" diye sordu.

        Qin Zhao ona katılmayarak -ki bu nadir görülen bir durumdu- soğuk bir sesle, "Başkente geldiğinde buluştuğu ilk kişi biz değil, kuzeni oldu. Daha sonra kuzeni ona buraya gelirken eşlik edecektir, yolu nasıl bulamayabilir ki?" dedi.

        Chu Mingyun elinde olmadan başını çevirip Qin Zhao'nun yüzünü inceledi, hala ifadesiz olmasına rağmen sıkıca bastırılmış dudakları bir miktar gerginliği ele vermek için yeterliydi.

        Altı yıl önce ustasına veda edip Cangwu Dağı'ndan ayrıldığında bu çömez kardeşinin kendisini takip etmekte ısrar edeceğini hiç tahmin etmemişti. Ne de olsa Chu Mingyun her zaman ister nefret ister arzu olsun, bunların hepsinin kendi özel meseleleri olduğunu düşünmüştü. Bunlardan hiç bahsetmemiş, başkalarının karışmasını istememişti.

        Ancak Qin Zhao soğuk bir yüze, sıcak bir kalbe sahipti. Açıkçası hiçbir şey bilmiyor olmasına rağmen eşyalarını toplamış, onunla birlikte dağdan aşağı inmek için şafak sökene dek kapısının önünde beklemişti. Chu Mingyun onu ne kadar kovalamaya çalıştıysa da başarısız olmuş ve Qin Zhao hiçbir şey söylememişti. Nihayet Chu Mingyun'un öfkelendiğini gördüğünde alçak sesle, "Abi, seçtiğin yolun acı bir yol olduğunu söylüyor." demekle yetinmişti.

        Qin Zhao onu bu şekilde takip etmişti. Sınırlardaki savaş alanlarından sarayın yeşim taşları ve altınla dolu salonuna kadar. Chu Mingyun, cesetler ve gezgin ruhlarla döşeli yolda adım adım yükselmiş, kimsenin yaklaşmaya cesaret edemediği bir başkomutan olmuş, insanların eleştirileri ile yalakalığını tatmıştı. 

        Bu Chu Mingyun'un beklemediği bir şeydi: Ne de olsa Cangwu Dağı'nda Qin Zhao'nun sürekli aklında olan biri vardı.

        Qin Zhao onun kibrini, asi davranışlarını hoş görür, onun yerine dayak yer, ceza alırdı. Qin Zhao onu özenle şımartıyor ancak Du Yue aptal gibi her şeyden habersiz kalıyordu. Yalnızca seyirci olarak izleyen Chu Mingyun her şeyi açıkça görüyordu.

        Bu yıllarda Qin Zhao'nun yapabildiği en fazla şey boş zamanlarında ziyaret için geri dönmekti. Birkaç gün önce Du Yue'nin ustası vefat etmişti. Her şeyi hallettikten sonra Changan'a gelip onları bulacağını söyleyen bir mektup göndermişti. Bugünlerde Chu Mingyun Qin Zhao'yu ara sıra dalgın halde yakalamıştı, şimdi ona yakın birini göreceği için gergin hissediyordu.

        Ah, bir de çok yoğun bir kıskançlık kokusu alıyordu.

        Chu Mingyun'un ilgisi bir parça uyandı. Fincanı masaya bırakıp manalı bir "ah" çektikten sonra "Şu sık sık bahsettiği, yeşim taşı gibi nazik ve zarif, insanlara her daim gülümseyen, zeki ve bilge, geleneksel sanatlarda göksel bir varlığın becerisine sahip olan, anne tarafından kuzeni mi?" diye alay etti. "Her zaman bildiği bütün tamlamaları bu tanımlamayı yapmak için kullandığını düşünmüşümdür."

        Qin Zhao ters ters baksa da bir şey söylemedi.

        Chu Mingyun onun talihsizliğinden zevk alarak güldü -ta ki Qin Zhao'nun yüzü katılaşıp kararıncaya kadar. Elindeki yelpazeyle Qin Zhao'nun omzuna vurdu ve umursamaz bir tavırla, "Onunla görüşmemiz ne iyi. Başkentin yarısı artık benim kontrolüm altında ve sen üç bin gölge muhafızımın başısın. Yine de o kişiye karşı kaybetmekten mi korkuyorsun?"

        Qin Zhao'nun yüzü yumuşayarak "hm" dedi, ağzından başka hiçbir şey çıkmadı.

        Çok geçmeden Du Yue geldi, son derece neşeli bir "işte geldik" sesi eşliğinde kapı itildi, odanın oyma kapısı ardına kadar açıldı, karşı karşıya geldiklerinde Du Yue'nin dışındaki üç kişi de afalladı.

        "Uzun zamandır görüşemedik!" Genç adamın yüzü hala biraz çocuksuydu ve mavi cübbesi yaşını birkaç yıl aşağı çekiyordu. Du Yue'nin haykırışı coşkuluydu, ama hiçbiri ona karşılık vermedi.

        Qin Zhao ziyaretçiyi gördükten sonra hemen ayağa kalkarak Chu Mingyun'un arkasına çekildi, gözlerini yere indirdi, tek kelime etmedi. Chu Mingyun'un bakışları Du Yue'nin üzerinden geçip arkasındaki kişiye takıldığında dudaklarında yavaşça anlaşılmaz bir gülümseme kendini gösterdi.

        Du Yue şaşkınlıkla onun bakış açısını takip ederek dönüp baktığında Su Shiyu'nun Chu Mingyun'un bakışlarıyla karşılaştığını, hafifçe gülümsediğini gördü. "Chu Bey'i burada görmeyi gerçekten beklemiyordum."

        Chu Mingyun bir eliyle çenesini desteklerken gülümsemesi derinleşti. "Görünüşe göre Su Bey ile karşılaşmak kaderimizde varmış."

        "Kaderden bahsetmesek daha iyi olur."

        "Siz ikiniz birbirinizi tanıyor musunuz ki?" Du Yue aniden araya girdi.

        "Sadece sık sık görüşüyoruz." diyerek güldü Su Shiyu. "Bu sabah saraydan çıktıktan sonra beni bir kenara çekti, aklı başında değilmiş gibi pek çok şey söyledi; aşinalıktan söz edemeyiz."

        "Aklı başında değilmiş gibi mi? Ne söyledi?" Du Yue merakla sordu.

        "Bu arada, gerçekten şaşırtıcı, bahsettiğin arkadaşların onlar mıydı?" diye sordu Su Shiyu.

        "Evet, benim ustam ile onların ustası yakın arkadaşlar, ikisi de Cangwu Dağı'nda yaşıyor. Dağ sadece üçümüzü öğrenci olarak kabul etti. Onları tıp öğrenmeye başladığım zamandan beri tanıyorum, onlar iyi kardeşler!" Du Yue tekrar sordu: "Kuzen, bu sabah ne dedi o?"

        Su Shiyu bakışlarını tekrar Chu Mingyun'a çevirdi. "Eğer durum buysa, ona göz kulak olduğu için Chu Bey'e teşekkür etmeliyim."

        "Su Bey'in bu kadar kibar olmasına gerek yok." Chu Mingyun gülümseyerek karşılık verdi.

        "...Kuzen, o adama neden teşekkür ediyorsun?" Du Yue birkaç adım öne çıktı ve Qin Zhao'nun kolunu çekti. "Bana iyi davranan o, Chu Mingyun bana her zorbalık yapmak istediğinde bana yardım eden o, teşekkür edilmesi gereken kişi o olmalı."

        Qin Zhao başını eğerek çaresizce ona baktı. Du Yue etrafına bakındı, bir anda farkındalık yaşadı. "Qin Zhao, neden burada duruyorsun?"

        Qin Zhao başını indirdi, bakışlarını  dizginleyerek sessiz kaldı. Su Shiyu daha sonra cübbesini kenara çekerek sakince masanın önüne oturdu. Elini kaldırıp gülümsedi. "Özel bir ziyafette resmiyete gerek yok. Madem A-Yue'nin arkadaşısın, oturmanın sakıncası yok."

        Qin Zhao onun Du Yue'ye hitap şeklini duyunca kaşlarını çattı. Tereddütle Chu Mingyun'a baktı. Chu Mingyun yelpazesini birkaç kez açıp kapatarak kayıtsızca kıs kıs güldü. "Su Bey böyle konuştuğuna göre oturman hayatına mal olmayacaktır."

        Qin Zhao onun sözlerine itaat ederek yerine oturdu. Su Shiyu tek kelime etmeden hafifçe gülümsedi. Aksine memnuniyetsiz olan Du Yue idi. "Hey Chu kişisi, anasıyla münasebet kurduğum, bununla ne demek istiyorsun? Sanki kuzenim insanları yiyecekmiş gibi konuşuyorsun."

        Chu Mingyun ona bir bakış attı. Du Yue içgüdüsel olarak bir adım geri attı, ağzını tekrar açamadan Su Shiyu sözünü kesti. "A-Yue."

         Du Yue aceleyle ağzını kapatıp sessizce Su Shiyu'nun yanına oturdu.

        "Bir sorun hatırladım." Su Shiyu sakince sözü ele aldı. "A-Yue küçüklüğünden itibaren tıp eğitimi almaya gönderilmişti, ailesi uzaktaydı ve onu disipline edemezlerdi, bazı uygunsuz kelimeler öğrendiği ortaya çıktığında artık düzeltilemez hale gelmişti. Başlangıçta tıp okulunda mücevherler ve çakılların karışık olduğunu düşünmüştük fakat şimdi Chu Bey ve bu beyefendinin kaba insanlar olmadığını görüyorum. Tüm bunlar ne anlama geliyor?"

        "Çünkü ustası bir büyüğün olması gerektiği gibi saygın biri değildi." dedi Chu Mingyun yavaşça.

        "Hey!.." Du Yue yine hoşnutsuzdu. Su Shiyu'nun hala yanında oturduğunu hatırladıktan sonra bağırmasını zorla yuttu. "Bu nasıl olabilir? Sadece sana birkaç kelime etmiş değil miydi? Ustam 'canlı' biriydi sadece."

        Qin Zhao Du Yue'ye baktı, kelime seçiminin doğru olduğunu düşünmüyordu.

        Chu Mingyun ona gözlerini kısarak, soğuk bir bakış attı.

        "Kuzen, sana şunu söyleyeyim, bu Chu kişisi iyi bir insan değil." Du Yue ciddi bir ifadeyle başını Su Shiyu'ya çevirdi. "Ustam daha önce demişti ki, bu Chu Mingyun denen kişi mutluyken bir deli, mutsuzken ise bir sapık."

        Chu Mingyun: "..."

        "Tıp Piri gerçekten de beklentilerin ötesinde." Su Shiyu alçak sesle güldü. "Ancak Chu Bey'in bunu ciddiye almasına gerek yok, nasıl bir insan olduğunuzu bu naçiz Su elbette ki içten içe biliyor."

        Chu Mingyun'un dudakları seğirdi. Bir an için Su Shiyu'nun onu teselli mi ettiğini yoksa onunla alay mı ettiğini anlayamadı.

        Sadece Du Yue bunu ciddiye alarak gülümsedi. "Doğru, ben de ustamın hayat dolu bir adam olduğunu düşünüyorum." Başını kaşıdı ve ekledi. "Ama kuzen, iş kaba sözlerle başkalarını dut yemiş bülbüle çevirmek olduğunda ustamın seninle kıyaslanabileceğini düşünmüyorum."

     Orada bulunan diğer üç kişi Du Yue'ye biraz karmaşık bakışlarla baktı.

        Kimin tarafındasın sen?

        Sonuç olarak Chu Mingyun ve Su Shiyu tek kelime konuşmayan insanlar değillerdi, ayrıca Du Yue de varken masadaki atmosfer oldukça uyumluydu. Ziyafetin yarısında Chu Mingyun ve Su Shiyu karşılıklı olarak devlet meseleleri hakkında konuşmaya başladıklarında Qin Zhao nihayet Du Yue'yi yalnız konuşmak üzere dışarı çıkarmak için bir bahane buldu.

        "Kuzeninin ne iş yaptığını biliyor musun?" diye sordu.

        Du Yue başını salladı. "Biliyorum, o bir memur."

        "Peki abimin ne iş yaptığını biliyor musun?" diye tekrar sordu.

        Du Yue başını salladı. "Biliyorum, o bir memur."

        "..." Qin Zhao aniden bir anlık sessizlikle ona baktı. "Neyse, hadi geri dönelim."


Sonraki Bölüm