Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 48: "Böyle bir zamanda neden hâlâ etrafta koşturup duruyorsun?"

 

Merdiven boşluğunda boş denecek kadar çok az insan vardı ya da belki de acelesi olan insanlar normalden daha azdı. Merdivenlerden inip çıkmak fiziksel olarak zor bir işti, An Zhe biraz zorlanarak derin bir nefes aldı. Güneş rüzgârları doğrudan Dünya'ya çarptığında atmosfer korkunç bir hızla savrulacak ve evrene dağılacaktı. Aradan sadece birkaç gün geçmiş olmasına rağmen havalandırma deliklerinin sağladığı havadaki oksijen miktarı zaten yetersizdi. Askeri yayınlar da her gün insanlara  dışarı çıkmamalarını ve gereksiz fiziksel efor sarf etmeyi azaltmalarını hatırlatıyordu.

Zemin kattaki koridora vardığında atmosfer daha da kasvetliydi ve ortalıkta kimsecikler görünmüyordu. An Zhe devriye yargıcının kendisine söylediği "Çabuk dön." sözünü hatırladı ve hızını artırarak mahkemenin bulunduğu alana geri döndü. Doktor koridorda dizüstü bilgisayarına bakıyordu, onun geldiğini görünce "Nihayet döndün, nerelerdeydin?" diye sordu.

An Zhe, "Yürüyüşe çıkmıştım." diye yanıtladı.

Doktorun yanına oturdu. Doktor Ji çok nazik bir insandı ve son birkaç gün içinde iyi bir ilişki geliştirmişlerdi.

"Fazla dolanma." dedi doktor ona. "En azından bugün değil."

An Zhe, "Bir şey mi oldu?" diye sordu.

Doktorun bakışları bilgisayar ekranından ayrılıp ona yöneldi; yüzü hafif yorgun, dudakları solgun, mavi gözleri olumlu olmayan derin duyguların içinde boğuluyormuş gibi görünüyordu. Bir şişe suyu An Zhe'nin önüne itti. "Susadın mı?"

An Zhe başını salladı, iyiydi. Mantarlar suya çok ihtiyaç duyan varlıklar olsa da sporu bugün vücuduna geri döndüğünde kendini dengelenmiş hissediyordu ve su ihtiyacı o kadar da acil görünmüyordu.

"Her açıdan yetersiz. Yiyecek ve suyu bir kenara bırak, oksijen bile yeterli değil." diye doktorun fısıldadığını duydu. "En geç bugün, ordu insanları nakledecek. Geç gelseydin nakli kaçıracak ve burada kalmak zorunda olacaktın."

An Zhe biraz şaşkındı.

"Nakil nereye olacak?" Deniz Feneri'nin sığınılacak son yer olduğunu sanıyordu.

Doktor gözlerini önündeki boş duvara dikti. "İrem Bağı."

"Orası sürekli yiyecek tedariki ve büyük bir saf su rezervi olan bir ürün yetiştirme merkezi, üssün tüm kaynakları orada." dedi doktor.

Bunu söyledikten sonra gülümsedi. "İrem Bağı adı uygun bir şekilde verilmiş. Artık orası gerçekten de son cennet."

"İrem Bağı ilk inşa edildiğinde karşı çıkan sesler vardı. Ekin yetiştirme, içme suyu temini, çocukların yetiştirilmesi... İnsanların hayatta kalması için gerekli olan bu kadar çok kaynağın tek bir yerde toplanması, İrem Bağı için son derece faydalı olsa bile daha büyük bir risk oluşturmaz mıydı?" Doktorun sesi alçaldı. "Ancak gerçekler daima üssün kapasitesinin sınırlı olduğunu ve büyük bir felaketle karşı karşıya kalındığında insanlığın tüm kaynaklarının İrem Bağı'ndaki tek bir yere merkezi olarak sağlanabileceğini kanıtladı. Onu korumak için her şeyimizi feda etmeliyiz, İrem Bağı yok olursa insanlık da yok olur."

An Zhe doktorun ne demek istediğini anlamıştı. İrem Bağı annelerin ve çocukların olduğu yerdi.

Doktora baktı ve "Herkes gidiyor mu?" diye sordu.

Doktor ona bir bakış attı, An Zhe için bu bakışın anlamını tarif etmek zordu. İrem Bağı'nda çocukları yöneten hayat öğretmeninin kaprisli ve akılsız öğrencilere bakışı gibiydi, ama bunun da ötesinde belli belirsiz bir hayal kırıklığı ve hüzün duygusu vardı.

An Zhe cevabı anladığı için hiçbir şey söylemedi.

Sabah sessizlik içinde geçti. Seraing bir kez dönmüştü ama acelesi vardı, işiyle meşguldü.

"Bu akşama kadar burada kalacağım." An Zhe'ye baktı. "Acil Müdahale Departmanı seni tanımıyor, bu yüzden beni takip etmelisin."

Doktor, "Bana bırak, onu geride bırakmayacağım." dedi.

Seraing bir an düşündü. "Tamam."

Dışarıdaki muazzam rüzgarlar bir an bile durmadı, evrenden gelen ve karşı konulamayan bir güç insanlığın tüm şehirlerini sarsıyor, güneş fırtınası gezegenin üzerinde kasırga gücünde rüzgarlar estirerek tarihte kaydedilmiş tüm felaketleri gölgede bırakıyordu. Parmaklarını duvara dayayan An Zhe, ölmek üzere olan bir hayvanın son çırpınışları gibi hafif bir titremeyi hissedebiliyordu. Aslında böylesine büyük bir fırtınanın ortasında bir insan eserinin varlığını bu kadar uzun süre sürdürebilmiş olması şimdiden bir mucize gibi geliyordu An Zhe'ye.

Öğleden sonra saat birde birileri kapıyı çaldı -göğüslerinde "Acil Müdahale Departmanı"nı temsil eden rozetleri olan üç sivil memur tarafından yönetilen ağır silahlı bir grup askeri memurdu. Doktor Ji'yi gördüklerinde önde duran memur hafifçe başını salladı. "Doktor, lütfen bizi takip edin."

Doktor, "Nakil başladı mı?" diye sordu.

"Başladı, beş yüz kişinin nakledilmesini bekliyoruz." dedi memur. "Ordu güvenliğinizi sağlamak için elinden geleni yapacaktır, sizin için İrem Bağı'nda kalacak yer ayarladık bile."

"Teşekkürler." dedi doktor.

Ancak hemen sonra An Zhe'ye baktı. "Fakat onun da benimle gelmesi gerekiyor."

"Transfer programına göre bir asistan getirebilirsiniz." Memur An Zhe'ye "Kimliğinizi doğrulayabilmemiz için lütfen bize kimlik kartınızı gösterin."

"Asistanım gitti." Doktor kolunu An Zhe'nin omzuna koydu ve An Zhe'ye gülümsedi. "Kimlik kartın yok gibi görünüyor."

An Zhe ona, "Bende sadece Albay'ın kimlik kartı var." dedi.

"Onlara ver." dedi doktor.

An Zhe Lu Feng'in kimlik kartını çıkardı ve memur onu alıp taşınabilir makineye okuttu - sonra gözle görülür bir şekilde dondu kaldı.

"Lu Feng Yer Altı Şehri Üssü'ne gitti ve henüz bir haber yok." Doktor bir kaşını kaldırdı ve yavaşça, "Küçük arkadaşı hâlâ sığınma hakkı alamazsa... bunun iyi olacağını sanmıyorum." dedi.

Memur kaşlarını çattı ve bir numarayı çevirmek için kenara çekilip geri döndü. "İstisnai olarak nakledilebilir ve asistanınız olarak tanımlanabilir."

"Teşekkür ederim." dedi doktor.

"Görüyorsun ya." Koridorda yürürlerken doktor An Zhe'yi azarladı. "Bütün sabah gezindin. Geç gelseydin..."

An Zhe koridordaki durumu görünce dudaklarını büzdü.

Beyaz önlüklü düzinelerce araştırmacı askerler tarafından korunarak sıraya dizilmişti. Bir kadın heyecanla "Asistanımın benimle gelmesi gerekiyor, böyle bir nakil programını kabul etmeyeceğim." diyordu.

Memur ona, "Nakil planında sizin için asistan kontenjanı yok Doktor Chen." dedi.

"Asistanım olmadan araştırmamı yapamam, tüm bu işleri tek başıma yapamam, ayrıca onun başarılarının benimkinden daha düşük olmadığını ve bağımsız olarak büyük ölçekli projeleri yönetebileceğini de belirtmek isterim." Doktor Chen olarak bilinen kadın yüksek bir sesle, "Lütfen üstlerinize sorun." dedi.

"Eğer araştırmanıza asistanınız olmadan devam edemeyeceğinize karar veriyorsanız..." Memurun sesi soğuk ve duygusuzdu, "...burada kalmanız gerekebilir."

Kısa bir anlık duraklamanın ardından sessiz kaldı.

An Zhe Doktor Ji'yi diğer yöne doğru takip etti. Üst katta da bir tartışma varmış gibi görünüyordu, yere düşen ağır bir şeyin sesi duyulabiliyordu.

Birleşik Cephe Binası'nın zemin katı bir çıkışa açılıyordu, An Zhe burada ordunun ağır zırhlı aracına bindi. Araca bindiğinde kısa süreliğine dışarıyı görebildi, güneş neredeyse retinalarını yakacak kadar kör ediciydi, kuru ve sıcak hava ciğerlerine hücum etti ve üzerine kumlar savruldu - normalde düz olan zemin sanki dev bir canavarın pençeleri tarafından çılgınca parçalanmış gibi derin oyuklarla doluydu.

Araba ayrılmak için otuz kişiyi aldı, etrafından insanların nefes alıp verme sesleri geliyordu. Yanımdaki insanların Deniz Feneri'nin bu nakil için toplamda sadece beş yüz kişilik bir kotası olduğunu, bunun da tüm personelin onda birinden daha az olduğunu konuştuklarını duydu.

Bir başkası "Ekipman ve malzemelerimiz ne olacak?" diye sordu.

"Biz ayrıldıktan sonra Deniz Feneri'nin tüm elektriği kesilecek, laboratuvarlar önem sırasına göre derecelendirilecek ve önemli numuneler muhafaza edilmek üzere İrem Bağı'na nakledilecek." diye cevap verdi biri.

Bir tak sesi ile kapı kapandı ve zırhlı araç hareket etti. Doktor elini tuttuğunda kompartıman karanlık ve sessizdi.

An Zhe birden bu sahnenin inanılmaz derecede tanıdık olduğunu hissetti. Bir ay önce ezici böcek saldırısı sırasında aynı şekilde askeri kamyona binmiş ve Hesap Günü'nde yargılanmak üzere Altıncı Bölge'ye varmıştı. Ancak o zaman arabanın karanlığında elini tutan Şair'di, şimdi ise onun yerini doktor almıştı. O zamanlar insanların Altıncı Bölge'ye girme kriteri enfekte olmamalarıyken bu kez İrem Bağı'na girme kriteri geçmişte, günümüzde ya da gelecekte üsse yeterince katkıda bulunup bulunmamalarıydı.

İster dış şehir ister ana şehir olsun, her zaman bir imtihan cereyan ediyordu.

Yolculuk kısaydı ve tesadüfen doktorla birlikte, çocuklara şiir okumayı öğrettiği altıncı katın sonuna yerleştirilmişlerdi. Günlerdir ilk kez İrem Bağı'nda doğru düzgün bir öğle yemeği yedi; bir kase patates çorbası, kendi pişirdiği kadar lezzetli olmasa da peksimetler ve besin tozlarıyla geçen günlerden sonra ender bulunacak iyi bir yemekti.

Doktorun pek çok endişesi var gibi görünüyordu. Akşam saatlerinde An Zhe ona su getirmek için dışarı çıktı.

Katin doluydu; gün içinde memurla çatışan kadın duvara yaslanmış hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, yanında da başka bir araştırmacı omzunu sıvazlıyordu. "Belki Deniz Feneri dayanabilir."

"Hiç şansı yok." Sesi kısıktı. "Dünya'nın atmosferi şimdiden orijinal oksijen içeriğinin yarısından daha azını içeriyor ve hava filtreleme sistemi etkinleştirildiğinde taze oksijen yalnızca İrem Bağı'na öncelikli olarak sağlanacak. Yerleşim alanları, ordu üsleri ve hatta İkiz Kuleler bile oksijen tedarikinin ikinci sırasında, bu uzun sürmeyecek."

Bu noktada başını kaldırdı ve An Zhe'yi görünce usulca sordu. "Bu kim? O da mı bizimkilerden biri?"

Yanındaki araştırmacı, "Test merkezinden Doktor Ji'nin asistanı olduğu söyleniyor." dedi.

"Doktor Ji asistanını getirebiliyor... çünkü onun işi bizimkinden daha iyi." diye mırıldandı.

"Bu işler böyledir," dedi araştırmacı, "onun için üzülme, eğer bu felaketi atlatabilirsek yeni asistanlar yetiştirmeye devam edebileceğiz."

Burnunun ucu kızarmıştı ve gözleri yaşlarla doluydu, ancak bu sözler üzerine acı bir kahkaha attı ve sonra uzanıp elleriyle tüm yüzünü kapattı, titriyordu.

"Sence..." dedi. "Sence ben... sadece asistanım yüzünden mi mutsuzum?"

"Ana şehrin sakinleri dış şehir havaya uçurulduğunda terk edilen kısım olmadıkları için mutlulardı." Sesi kesilerek konuşuyordu. "Ama yine de terk edildiler. Bugün burada durabilmemiz Deniz Feneri'ndeki diğer herkesin fedakarlığı sayesinde... Ama belki yarın elenenler biz olacağız. Deniz bir adayı sular altında bırakıyor, suya maruz kalan kısım gittikçe büyüyor ve zaman yaklaşıyor. Biz... gerçekten ne için direniyoruz? Bir bütün olarak insanlığın iyiliği için mi?"

"Tüm insanlığın iyiliği için."

Başını eğdi ve şiddetli bir şekilde nefes aldı. "Bu çağ insanları öldürüyor olsa da insanlığın kendisi de insanları öldürüyor."

"Ama bunu kabul etmelisiniz Doktor Chen." dedi diğer araştırmacı yumuşak bir sesle. "Kazananlar olarak onlar için yas tutacak durumda değiliz."

"Biliyorum... Sadece onlar gibi bir insan olarak bunu kabullenmekte duygusal olarak zorlanıyorum." Gözündeki son bir damla yaşı sildi ve kendini gülümsemeye zorladı. "Yoksa bizim de duygu sahibi olmaya uygun olmadığımızı mı söylemeye çalışıyorsun?"

"…Bilmiyorum."

Konuşmayı kestiler ve An Zhe suyu gelince bardağı tutarak kantinden dışarı çıktı. Başını kaldırır kaldırmaz Seraing'in koridorun kenarından ileriye doğru süzüldüğünü ve doktor ile kendi odasının kapısını açtığını gördü. Gidip Seraing'e selam vermek için adımlarını hızlandırdı.

Kapı açık bırakılmıştı ve içeriden parıldayan bir ışık süzülüyordu. An Zhe sağ elini kapı koluna koydu, tam kapıyı iterek açmak üzereydi ki Seraing'in içeriden "An Zhe nerede?" diye sorduğunu duydu.

"Benimle birlikte nakledildi." dedi doktor. "Onu mu arıyorsun?"

"Seninle mi birlikteydi?" Seraing, "Az önce Acil Müdahale Departmanı'ndan bir telefon aldım, D1344 laboratuvarının transfer etmeye hazırlandığı önemli numune ortadan kaybolmuş." dedi.

"Kayıp mı olmuş?" dedi doktor. "Lu Feng ile bir ilgisi olan numune mi? O tuhaf şey ölüp sonra da buhar olup uçsa hiç şaşırmazdım."

Parmakları titrerken An Zhe'nin kalbi küt küt atmaya başladı ve hızla koridorun diğer tarafına döndü.

"Öyle değil." dedi Seraing. "Acil müdahale departmanının bana gelmesinin nedeni aletin sabah altıda bazı kullanımlar kaydetmesi ve operatörün Albay olmasıydı. An Zhe nerede? Onu bulmam gerek."

"Su almaya gitti." dedi doktor.

"Teşekkür ederim." Kapı çarpma sesi geldi, Seraing dışarı çıkmıştı.

An Zhe köşedeki duvarın arkasında durdu, elindeki su bardağını sıkıca kavrıyordu.

Bir gün ortaya çıkacağını biliyordu ama bunun bu kadar erken olmasını beklemiyordu.

Kantindeki iki kişi onu görmüştü ve çok geçmeden Seraing onu bulmak için bu tarafa doğru gelecekti - yakalanamazdı.

Bunu fark eden An Zhe koridorda kullanabileceği havalandırma delikleri aradı ama sonra miselyuma dönüştüğünde kıyafetlerinin ve kimlik kartının burada kalarak kesin kanıt olacağını fark etti.

Göğsü birkaç kez inip kalktı ve kısa bir süre içinde karar vererek dönüp ikincil koridorun sonundaki malzeme odasına doğru koştu. Orada yakın zamanda bulunamayacağı acil durum koridoruna açılan yarı açık küçük bir kapı vardı ve merdivenlerin yirmi ikinci katında başka bir çıkış daha vardı, Lily'yle bir kez oraya gitmişlerdi. O zamanki terası bulursa binadan çıkabilirdi - ya da gizli bir çıkış bulabilirdi. Saklanacak bir yer arıyordu ama altıncı kattan uzakta olmalıydı, ne kadar uzak olursa o kadar iyiydi.

An Zhe küçük kapıyı çabucak buldu ve içeri girip nemli merdiven boşluğuna yönelerek merdivenlerden yukarı tırmanmaya başladı. Burası binanın dış duvarına çok yakınmış gibi görünüyordu, rüzgar gürültülüydü ve uzun, bitmeyen yankılarla dönüyordu. Havası sıcaktı - bir insanı boğabilecek nemli bir sıcaklık.

Küçük bir şeye çarpana kadar karanlıkta rüzgardan başka bir şey duyamamıştı.

A Zhe'nin aklına ilk gelen burada heterogenez yaratıkların gizlendiği oldu ama bir an sonra parmakları pürüzsüz insan saçlarına dokundu ve küçük bir çocuğun korkuyla çıkardığı şiddetli nefesi duydu.

"Lily?" diye sormadan önce tereddüt etti.

"An Zhe?" Lily bağırarak karşılık verdi.

"Benim." dedi An Zhe.

"Buraya gelmişsin!" diye haykırdı Lily. "Ben... İkiz Kuleler'in taşınmaya başladığını duydum ve seni bulacaktım. Sinan nerede? Sinan geldi mi?"

"Bilmiyorum." dedi An Zhe. "Önemli numunelerin de nakledileceğini söylemişlerdi."

Bunu söyledikten hemen sonra Deniz Feneri'nin Sinan'ın İrem Bağı'na girmesine izin veremeyebileceğini hatırladı, çünkü artık heterogenezler ve yaratıklar temas olmadan enfekte edebiliyordu.

Ama Lily rahatlamış görünüyordu. "Sinan önemli olmalı."

Sersemlemiş bir halde bir süre merdivenlere yaslandıktan sonra, "Sen de beni mi görmeye geldin?" diye sordu.

"Hayır." An Zhe ona ve ne diyeceğini düşündü. "Saklanmak için buradayım."

"Peşinde biri mi var?" diye sordu Lily. "Burası güvenli." 

An Zhe Lily'nin diğer insanlardan farklı bir çocuk olduğunu biliyordu.

"Sadece birkaç gün burada olacağım." diyerek Lily'nin saçlarını okşadı. "Başka kimseye söylemesen olur mu?"

Bir anda merdiven boşluğu gün gibi aydınlandı, kör edici beyaz ışık ona ve bilinçsizce çığlık atıp ona doğru yaslanan Lily'ye çarptı. Küçük kızı korumak için uzandı ve sonra yukarı baktı.

Uzun beyaz elbiseli Bayan Lu parlak ışıkta duruyordu. Onunla bir keresinde Deniz Feneri'nde karşılaşmıştı.

Bayan Lu'nun yanında ellerinde parlak fenerler olan iki İrem Bağı çalışanı vardı.

"Lily." Bayan Lu'nun nazik sesi hafif bir azarlamayla doluydu, açıkça Lily ile konuşuyordu ama bakışları An Zhe'ye yönelmişti. "Böyle bir zamanda neden hâlâ etrafta koşturup duruyorsun?"


Sonraki Bölüm