Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 2: Aslan Oros'la Yüz Yüze

 

   Çayırda sabahın erken saatlerinde hava çok soğuktu. Luo Sen ve Luo Rui, Luo Qiao'ya sokulmuşlardı. Baba ve oğulları tembellik ediyor, kimse hareket etmek istemiyordu. Belki de bu her zamanki kedi alışkanlığıydı, eğer geçimini sağlamak için avlanmak zorunda olmasaydı, Luo Qiao bütün gün hiçbir şey yapmasa da sıkılmazdı.


   "Baba, bugün ne yiyeceğiz?"


   Luo Rui, Luo Qiao'nun ayağa kalkıp belini gerdiğini gördü. Parlayan gözlerle hemen önüne çömeldi, kardeşi Luo Sen'in küçümseyen gözlerini görmezden gelerek çimlerin üzerinde bir bebek gibi yuvarlandı.


   Luo Qiao elinde olmadan günahkâr pençelerini uzattı ve küçük çitanın yumuşak karnını ovuşturdu. Bu gerçekten bir çita mı? Gerçekten bir kedi yavrusu değil mi?


   Yavrunun oyuncu doğası şu anda açıkça ortaya çıktı. Luo Qiao kırk beş derecelik bir açıyla gökyüzüne derin derin bakarken Luo Sen bir anda Luo Qiao'nun sırtına atlayarak küçük patileriyle üzerine bastı. Luo Rui yuvarlanmayı bıraktı. Kardeşinin izinden gidip  Luo Qiao'ya tırmandı. İki küçük çita Luo Qiao ile ilk karşılaştıkları zamanki sıska ve kemikli görünümlerinden çoktan uzaklaşmışlardı ve yuvarlak ve tüylü görünümleri gerçekten göze hoş geliyordu.


   Luo Qiao çimlerin üzerine uzanmış, etrafındaki iki küçük çitanın kovalamacasına ve oyun oynamasına izin veriyordu. Ara sıra kafasına tırmanıyorlardı. Ağırlıkları bir ev kedisinden pek farklı değildi.


   Yağmur mevsiminin yarısı geçmişti çoktan. Luo Qiao'nun edindiği anılara göre, üç ay kadar sonra kurak mevsim geldiğinde otçulların çoğu göç edecek ve o zaman avlanmak zorlaşacaktı. Çitalar aslanlardan farklı olarak tek bir bölgeye bağlı kalmasalar da istedikleri gibi dolaşamazlardı. Bilinmeyen bir bölgeye girerlerse ve savunmaları yoksa, büyük olasılıkla başları büyük belaya girerdi. Çitalar sadece aslan ve sırtlan gibi yırtıcılar tarafından değil, aynı zamanda kendi türleri tarafından da tehdit edilmekteydi. Bu deltanın büyük bir kısmı Oros aslan sürüsünün bölgesiydi; diğer aslanları deltadan kovmakla kalmayıp sürekli olarak sırtlanları avlayan ve kovan sert bir sürüydü. Luo Qiao aslanlardan uzak durmaya dikkat ettiği sürece burada güvendeydi. Ancak kurak mevsim yaklaştığında bu güvenlik belirsizleşiyordu. Aç aslanlar hafife alınacak bir şey değildi.


   "Problemleri daha gerçekçi düşünmemiz gerek."


   Sıcaklık giderek yükselirken Luo Qiao iki çita yavrusuyla birlikte termit tümseğinden ayrıldı.


   Bugün şansları yaver gitmemişti, uzun bir yürüyüşten sonra hâlâ antilop sürüsünden bir iz bulamamışlardı. Luo Sen ve Luo Rui tüm yol boyunca birbirlerini kovalayıp kavga ediyorlardı. İki çita yavrusuna Luo Qiao iyi bakmıştı. Babaları etrafta olduğu sürece hiçbir şeyin sorun olmayacağına inanıyorlardı.


   Luo Qiao bu konuda biraz çaresizdi, oğullarının ona hayran olması kötü bir şey değildi ama aynı zamanda kendisini stresli hissetmesine de neden oluyordu.


   Gün ortasına gelindiğinde Luo Qiao’nun elinde hâlâ bir şey yoktu.


   İki çita yavrusu güneşin altında kendilerini rahatsız hissediyorlardı. Luo Qiao onları bir ağacın gölgesine götürdü ve gölgelikteki çimenlerin üzerinde bir devekuşu yumurtası buldu.


   Bu arada, bu bir devekuşu yumurtasıydı kesin, değil mi?


   Luo Qiao yumurtayı pençesiyle dürtükledi. Luo Sen ile Luo Rui ilk kez bir devekuşu yumurtası gördükleri için meraklandılar.


   "Baba, bu ne?"


   "Devekuşu yumurtası."


   "Hıı." İki küçük çita hâlâ devekuşunun ne olduğunu bilmiyordu. Yine de bu onları daha gerçekçi bir soruyu düşünmekten alıkoyamıyordu: "Yenilebilir mi?" 


   "Yenilebilir."


   Luo Qiao başını salladı ama onu yemeye niyetli değildi. Yerse devekuşu yumurtası çok leziz gelecekti. İki küçük çitanın parlayan gözlerine karşı koyamayan Luo Qiao yine de yemeye karar verdi.


   Bir kez daha insan formuna dönen Luo Qiao devekuşu yumurtasını tutarak ağacın gölgesine doğru yürüdü, bir taş aldı ve yumurtanın kabuğunu kırdı, iki küçük çita hemen burunlarını kapatıp uzaklara kaçtı.


   Luo Qiao sırıttı ve oğullarına el salladı.


   Luo Sen ve Luo Rui uzun otların arasında saklandılar, küçük kafaları çıngıraklar gibi sallanıyordu, oraya gitmek istemiyorlardı.


   Luo Qiao çaresizdi. Bir çita neden yiyecek konusunda seçiciydi ki? Sadece taze et yiyen büyük kedi, devekuşu yumurtasının kokusuna dayanamıyordu. Ama onu bu şekilde çöpe atarsa yazık olurdu. Luo Qiao bir süre düşündü, çok uzak olmayan pürüzsüz bir taş levhaya doğru yürüdü, güneşe baktı ve yumurtayı taş levhanın yüzeyine dökmeye çalıştı. Bir tıslama sesiyle, kötü kokunun yerini yanık kokusu aldı… İki küçük çitanın burunları seğirirken Luo Qiao'nun yüzünde karanlık bir bakış vardı. Sadece denemek istemişti. Sonuç çok şaşırtıcı değil miydi? Bu arada, gökyüzünde asılı duran güneş miydi yoksa bir fırın mı?


   Acaba çitalar pişmiş yemek yiyebilir miydi?


   Luo Qiao önce kızarmış yumurtadan bir parça koparıp kendisi yedi. Bir süre sonra olağandışı bir şey olmadığından emin olup kalan yumurtayı iki çita arasında paylaştırdı. Bir tarafa oturdu ve çenesine yaslanarak iki küçük adamın kafalarını kaldırmadan yemek yemelerini izledi. Evrimleşmiş çitalar ile ilkel çitalar arasında ne kadar fark vardı?


   Bir devekuşu yumurtasının baba ve oğlunun iştahını tatmin edemeyeceği açıktı. Luo Qiao yürümeye devam etmeye karar verdi. Çok uzak olmayan bir yerde bir impala sürüsüne rastladığını hatırladı, büyükleri yakalanamasa da küçük impalalar yine de sorun değildi.


   Luo Qiao ayrıldıktan kısa bir süre sonra çalılıkların arasından iki genç aslan çıktı. Rüzgarın yönü nedeniyle Luo Qiao aslanın kokusunu alamamış ve onları hiç fark etmemişti.


   "Kardeşim, devekuşu yumurtasını böyle yiyebilir miyiz?"


   Philip hiçbir şey söylemedi, onun ilgilendiği şey devekuşu yumurtasının nasıl yenileceği değil, buralarda bir devekuşu yuvası olup olmadığıydı. Eğer bulabilirlerse o ve Herald bugün karınlarını doyurabileceklerdi.


   Genç aslan kardeşler etrafta bir devekuşu yuvası ararken Luo Qiao’nun şansı yaver gitti. Topal bir erkek impala bulmuştu!


   İmpala her nasıl yaralanmışsa artık, ayakta duramıyordu.


   Luo Qiao, Luo Sen ve Luo Rui'ye çimlere uzanmalarını ve ses çıkarmamalarını söyledi. Vücudunu indirdi, çok uzakta olmayan avına baktı ve sessizce ona yaklaştı.


   Altmış metre, elli metre, kırk metre, otuz metre...


   Sonunda impala Luo Qiao’yu fark ettiğinde Luo Qiao aniden otların arasından sıçrayarak yaydan fırlayan bir ok gibi impalanın üzerine atladı!


   Erkek impalanın uzun boynuzları ve büyüklüğü Luo Qiao'nun başa çıkabileceği bir şey değildi ama başka yöntemleri de vardı. Bir pençe ceylanın yaralı arka bacağına çarptı ve ceylan acıdan yere düşerken, Luo Qiao insan formuna dönüştü, eliyle bir taş kaptı, ceylanın sırtına atladı ve acımasızca ceylanın kafasına taşla vurdu.


   Kan Luo Qiao'nun yüzüne sıçradı, içgüdüsel olarak dilini dışarı çıkardı ve sıcak kanın tadı istemsizce gözlerini kısmasına neden oldu.


   O anda artık medeni dünyada yaşayan bir fotoğrafçı değil, hayatta kalmak için can alan bir canavardı.


   Sonunda impala nefes almayı bıraktı.


   Luo Qiao yere atladı, koluyla yüzündeki kanı sildi, taşı bir kenara attı ve iki küçük çitayı gelip yemeleri için çağırdı.


   İmpala Luo Qiao'nun sürükleyemeyeceği kadar büyüktü, ancak yiyebildikleri kadar yiyebildiler.


   Gökyüzünde çoktan akbabalar dolaşmaya başlamıştı. Luo Qiao keskin pençeleriyle impalanın derisini yırtıp önce iki çita yavrusunun yemesini sağladı. Bir yandan da gökyüzünde ve karada her an belirebilecek düşmanlara karşı tetikte bekliyordu.


   Luo Sen ve Luo Rui eti afiyetle mideye indirdi. Luo Qiao derin bir nefes aldı ve yere çöktü. Bu havada yine çita formunu tercih ediyordu. Ağzındaki kan ve taze et, tat alma duyularını harekete geçirdi. Doymuş olan Luo Rui Luo Qiao’nun yerini alırken Luo Sen sırtını kabartıp yavaş yavaş toplanan akbabalara alçak sesle hırladı.


   "Onları boş ver." Luo Qiao patisiyle Luo Sen'in kuyruğuna bastırdı. Başını kaldırıp, “Doydunuz mu çocuklar?” diye sordu.


   "Hm, ben doydum."


   "Ya Luo Rui?"


   “Doydum.”


   Bu kadar büyük bir av yakalamak nadir görülen bir şeydi. Baba ve oğulları yemek yedikten sonra mideleri şişmişti ve yine de impalanın hâlâ duruyordu.


   Luo Sen ve Luo Rui ayrılma konusunda biraz isteksizdi fakat Luo Qiao gitmesi gerektiğini biliyordu.


   Devekuşu yuvası bulamayan Philip ve Herald çok uzakta değildi. Luo Qiao onları gördü. Fakat iki aslan yaklaşmadı. Bunun yerine, sanki bir şeyden korkuyormuş gibi oldukları yerde durmuşlardı. Uzun süredir bekleyen akbabalar bile çok tedirgin görünüyordu.


   Luo Qiao bir şeylerin yolunda gitmediğini fark etti ve hemen Luo Sen ile Luo Rui’yi yanına çağırarak dikkatle etrafına bakındı.


   Havada tuhaf bir koku vardı, aslan kokusu.


   Luo Qiao'nun görüş alanında kalın yeleli ve altın gözlü, kaslı bir erkek aslan belirdi. Adım adım onlara doğru yürüyordu. Devasa vücudu korkusuz bir gücün işaretiydi ve koyu altın yelesi bir kralın heybetini simgeliyordu.


   O, bu deltanın hükümdarı, aslanların kudretli lideri Oros'tu.


   Luo Qiao içgüdüsel olarak bu devasa canavardan korkuyordu. Bu erkek aslanın ağırlığı kendisinin dört ya da beş katıydı.


   “Baba…”


   Luo Sen ve Luo Rui korku içinde Luo Qiao’nun arkasına saklanmaya çalıştılar. Luo Qiao’nun canı sıkılmıştı. Bu erkek aslan, daha önce karşılaştığı iki genç aslandan farklıydı. Luo Qiao’nun onun önünden kolayca kaçabileceğine dair güveni yoktu.


   Oros'un bakışları Luo Qiao ile iki yavru çitanın yanı sıra yerdeki impalanın üzerinde gezindi ve sonunda Philip ile Herald’ın üzerinde durdu.


   "Ğaarrr!"


   Aslanın kükremesi gökyüzünde yankılandı ve genç aslanlar Oros'tan bir kralın otoritesinin ne olduğunu öğrendi. Kendi babalarında da aynı şey vardı.


   Philip ve Herald içgüdüsel olarak teslimiyetlerini gösterdiler fakat Oros'un onların bu şekilde gitmelerine izin vermeye niyeti olmadığı açıktı. Koşmaya başladı.


   Aslanın yelesi rüzgârda dalgalanıyor, sağlam gövdesi ise eşsiz bir ivme ve gücün sinyallerini veriyordu.


   Philip ve Herald’ın o andaki tek düşünceleri geri dönüp kaçmaktı ve bunu yaptılar da. Luo Qiao bu fırsatı değerlendirerek Luo Sen'i sırtına attı, Luo Rui'yi kucağına aldı ve bacaklarını kaldırarak ters yöne doğru koşmaya başladı. Ancak yarı yolda iki dişi aslan tarafından önü kesildi.


   Dişi aslan Rosa merakla önündeki evrimleşmiş erkek çitaya baktı ve "Bu bir erkek, değil mi?" diye sordu.


   Rosa'nın kız kardeşi Shana ise Luo Qiao’ya düşmanlık dolu gözlerle baktı. Aslanlar her zaman tüm rakiplerini, hatta avlarından çok farklı olan çitaları bile reddederlerdi.


   Shana Luo Qiao'nun üzerine atılmak üzereydi ki Rosa hayretle bağırdı: "O gerçekten bir erkek!"


   Shana'nın bacakları tutmadı, neredeyse yere kayıyordu.


   "Tabii ki o bir erkek! Gözlerin nereye bakıyor?!"


   "Ama yanında iki yavrusu var kardeşim, yavruları olan bir erkek çita! Tini'nin dün bahsettiği, çayırlarda çıplak koşan evrimleşmiş tür değil mi bu?"


   "Ne olmuş yani? Onu öldürmeyecek miyiz?"


   "Ah, evet."


   Rosa başını salladı ve dişlerini göstererek Luo Qiao'ya baktı.


   Luo Qiao önünü kesen iki dişi aslana baktı, kendi cüssesiyle dişi aslanlarınkini kıyasladı ve bir kez daha gözyaşlarına boğuldu.


   Bu günlerde, yumuşak kızlar artık popüler değil, herkes vücudunun her yerinde kasları olan dişi bir Rambo'ya saygı duyuyor ah.