Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 51: Ben de sizin değil miyim?

 

   Genç adam ay ışığının altındaki koridorda yürüdü ve kapıyı iterek içeri girdi, saygıyla "Baba." dedi.


   Oda mumlarla ışıl ışıl aydınlatılmıştı. Adam masada tek başına oturuyordu. Elinde Hun yazısıyla dolu bir parşömen tutuyordu. Sesi duyduktan sonra başını kaldırarak gülümsedi. "Yaran nihayet iyileşti mi?"


   "Evet." Genç adam belli belirsiz bir acı veren kaburgalarına bastırdı. "Artık ciddi bir sorun yok. Oğlunuz yetenekten yoksun, babasına son yarım yıldır büyük zahmet veriyor.”


   "Önemi yok." Adam parşömene döndü. "Yarın gidiyorsun. Yaraların tam olarak iyileşmediyse kendini zorlama."


   "İlginize minnettarım baba. Oğlunuz sizi bir daha hayal kırıklığına uğratmayacak." Genç adam konuşmayı bitirdiğinde adamın sessiz kaldığını gördü. Ufaktan tereddüt ettikten sonra nihayet dayanamadı. "Ayrıca, oğlunuz sorma kabalığı gösterecek: Neden döndüğümden beri Jingshu’yu görmedim?..” 


   "Yarın yola çıkacaksın, bu gece erkenden dinlensen iyi olur." diyerek onun sözünü kesti adam.


   Genç adam bir an duraksadı. Bir mırıltıyla itaat ederek bitirip sessizce geri çekildi.


   Kapıyı açtığında gece esintisi yüzüne vurdu, cübbesinin kollarını dalgalandırdı. Bu iniş çıkışlar arasında solgun kolunun derinliklerindeki koyu kırmızı bir kılıç izi görünüyordu belli belirsiz.


***


   Yonghe'nin hükümdarlığının dokuzuncu yılında, yaz mevsiminin ortasında, başmüfettişin emri üzerine Lütuf Fermanı yürürlüğe girdi. Böylece vasallar lütfederek toprakları çocukları arasında paylaştıracaktı. Ünvanları olmasına karşın hükümleri kalmayacaktı. Sonuç olarak vasallar parçalandı, oğullar yönetime geçti, valilerin güçleri zayıfladıkça zayıfladı.


   Ferman uygulandıktan sonra tahmin ettikleri gibi valiler kargaşaya sürüklendi. Veliahtlar hoşnutsuz kalırken cariyelerin keyfi yerindeydi. Yine de bunun gelenek aykırı olduğunu, saygısızlık yapıldığını haykıran sesler de yükselmişti dört bir yandan. Tartışmalar bitmeksizin devam ederken Xiling Valisi’nin şahsen ortaya çıkıp fermanı desteklemesiyle isteksizce uygulamaya koyuldular. Ancak tam da herkes her şeyin yolunda gittiğini düşünürken bir anda kargaşa çıktı. En beklenmedik olanı ise kargaşanın herhangi bir vasal bölgeden değil, Xiling Valisi’nin emri altına girmiş olan Huainan'da yaşanmasıyıdı.


   Huainan Valisi’nden geriye kalanlar ayaklanarak isyan başlatmıştı.



   "Bu sefer Huainan Valisi’nin kalıntıları aniden ortaya çıktı ve isyan başlattı, gerçekten hazırlıksız yakalandık." Li Yanzhen iç çekerek belgeleri Su Shiyu'ya uzattı. "Soylu amcam henüz savunmasını tam olarak konuşlandıramamış ve Huainan bölgesi hakkında fazla bir şey bilmiyor. Şimdi büyük baskı altında. Saraydan kendisini desteklemesi için asker göndermesini istemek üzere binlerce li öteden aceleyle bir mektup göndermiş.”


   “Vali bundan bahsetmese bile saray isyanı bastırmak için birlikler göndermeli.” dedi Su Shiyu. "Dahası, bunlar Huainan Valisi’nin kalıntıları."


   "Sevgili tebaam Huainan Valisi davasının peşini bırakmadı mı?" diye sordu Li Yanzhen.


   Su Shiyu cevap vermedi. Sadece belli belirsiz bir ses tonuyla, "Birdenbire isyanın, getireceği tüm felakete rağmen harika bir fırsat olduğunu hissettim." dedi.


   "Fırsat mı?"


   "Evet," dedi Su Shiyu başını sallayarak ve ona baktı. "Bu Luo Xin için, aynı zamanda tam da majesteleri için bir fırsat."


   Li Yanzhen biraz şaşırmıştı. Su Shiyu'nun derin bakışlı gözleriyle karşılaşınca ani bir aydınlanma yaşadı.


   Gerçekten de bir generali yetiştirmek için önce onun ön plana çıkarılması gerekliydi. Üstelik Luo Xin hakkında en çok eleştirilen şey onun Huainanlı olmasıydı. Eğer isyanı bir çırpıda bastırabilirse sadece kötü söylentileri ve spekülasyonları silip süpürmekle kalmayacak, aynı zamanda askerlerin sorumluluğunu da üstlenebilecekti. Bu noktadan itibaren ordunun gücü ipek eğrilir gibi yavaş yavaş imparatorun eline geçebilirdi.


   "İsyanı yatıştırmak için birliklere liderlik edecek adayın… sevgili tebaam Chu’nun onayından geçmesi gerekiyor." dedi Li Yanzhen endişeyle. "Bunun mantığını anlamaması mümkün mü?"


   Su Shiyu bir an sessiz kalarak iç çekti. "Umut zayıf olsa bile deneyelim."


***


   Başkomutanlık konutunun her zaman biraz soğuk ve ciddi bir havası vardı. Yanından geçen muhafızlar ve hizmetçiler tek kelime etmiyor, Su Shiyu'yu gördüklerinde geri çekilerek saygıyla eğiliyorlardı. Her nasılsa kimse öne çıkıp onu durdurmaya veya ona yol göstermeye yeltenmiyordu. Herhangi bir engelle karşılaşmadan doğruca çalışma odasına gitti.


   Chu Mingyun bir şey bulmaya odaklanmış gibi elini kitaplığa dayamıştı. Arkasına bakmadan konuşmaya başladı. "Senden daha önce havalandırmanı istediğim kitaplar nerede?.." Sözleri durdu, arkasındaki ayak sesleri yavaş yavaş belirginleşti. Diğeri konuşamadan önce o dudağının bir kenarını kıvırıp gülümseyerek arkasına baktı. “Su Bey, benimle gizlice buluşmaya mı geldiniz?"


   "Gündüzleri kimsenin gizlice buluşacağını sanmıyorum." Su Shiyu hafifçe gülümsedi.


   Chu Mingyun tamamen dönerek boş boş kitaplığa yaslandı. Yüzünde bir gülümsemeyle ona baktı. "Benim için fark etmez."


   "Chu Bey’in özgür ruhlu ve rahat olduğunun farkındayım gerçekten." dedi Su Shiyu imayla, masanın kenarındaki küçük nilüfer tohumu kabuğu yığınına bakarken.


   Chu Mingyun renk vermedi. "Az önce Du Yue bıraktı."


   Su Shiyu güldü ve onaylarcasına başını salladı. "A-Yue pek görgülü değil."


   "..." Chu Mingyun kaşlarını hafifçe kaldırarak Su Shiyu'ya doğru yürüdü. Avucundaki yuvarlak nilüfer tohumu parmak uçlarında sıkıştı. Elini kaldırıp gözlerine yaklaştırdı. "Başka bir tane daha varmış. Yer misiniz?”


   Su Shiyu gülümsedi. "Kendiniz yiyebilirsiniz.”


   Onun konuşmasını beklemeden nilüfer tohumu aniden, beraberinde sandal ağacının ince sıcaklığıyla dudaklarına dokundu. Hafiften ağıra, belirsiz ve yavaşça dudaklarının üzerinde kaydı. Chu Mingyun gözlerini indirerek ona baktı. Fısıldar gibi güldü. "Su Bey, beni onu yerken görmek istiyor musunuz hâlâ?”


   Su Shiyu çaresizce Chu Mingyun'un elini tuttu, onunla göz göze gelerek nilüfer tohumunu aldı. İlk yediği anda bir tatlılık veriyorken nihayetinde ağızda hafif bir burukluk bırakıyordu.


   Chu Mingyun masasına döndü. "Oturmaz mısınız?"


   Su Shiyu onu takip ederek karşısına oturdu. "Chu Bey, Huainan'daki isyanı çıkıp kendiniz mi bastırmayı planlıyorsunuz yoksa başka birini mi görevlendirmek istiyorsunuz?"


   "Bu kadar küçük bir isyan için oraya şahsen gitmeme gerek yok." dedi Chu Mingyun. Haffiçe durdu, manidar bir gülümsemeyle devam etti: "Ayrıca orduda işler oldukça değişkendir. İki üç yıllığına oraya gidersem ve geri döndüğümde Su Bey çoktan bir aile kurmuş olursa ya? O zaman ne yaparım?"


   Su Shiyu onun bakışlarından kaçındı. Ses tonunda herhangi bir dalgalanma olmadan, "Başka birini görevlendireceğinize göre Chu Bey, uygun bir adayınız var mı?"  diye sordu.


   "Bunu henüz düşünmedim." dedi Chu Mingyun.


   Su Shiyu katlanır bir liste çıkarıp onun önüne koydu. "O halde burada bir adayım var. Chu Bey bir göz atmayı düşünebilir."


   "Luo Xin mi?" Chu Mingyun sadece isme baktı. Gözlerini Su Shiyu'ya çevirerek gülümsedi. "Sizin adamlarınızdan biri mi o gerçekten?"


   "İkimiz de majesteleri için sorunları çözüyoruz, o halde neden kimin kimden olduğu hakkında konuşalım?" dedi Su Shiyu kayıtsızca. "Bu başka birinin tavsiyesi, size sunan ben değilim."


   Ancak Chu Mingyun onun sözlerini duymazdan geldi ve yavaşça gülerek, "Orduda güç kazanmak için neden bu kadar heveslisiniz?" diye sordu.


   "Güç kazanmak da nereden çıktı? Bir nazır olarak elbet ki..."


   "Ben de sizin değil miyim?" diye devam etti Chu Mingyun alçak bir sesle. İfadesi derindi.


   Nilüfer tohumunun acı kokusu hâlâ dişlerine dokunuyordu. Aniden tekrar nasıl konuşacağını bilemedi. Gözleri Chu Mingyun'un kollarındaki kırmızı nilüfer desenine takıldı. Bir süre sonra sakinleşti ve dingin bir gülümsemeyle, "Birlik göndermek benim işim değil. Açıkçası bu sadece küçük bir öneri. Chu Bey’in kabul etmeye niyeti yok anlaşılan." dedi.


   "Kabul etmeyeceğimi söylemedim size." dedi Chu Mingyun.


   Su Shiyu bunu hiç beklemeyerek başını kaldırdığında Chu Mingyun'un listeyi öylece tutmuş ona gülümsediğini gördü. "Madem Luo Xin'in uygun olduğunu düşünüyorsunuz, o zaman istediğiniz olsun."


   Bu tavır değişikliği gerçekten kafasını karıştırmış olsa da sonunda istediğini elde etmişti. Düşüncelerini toparlayıp vedalaştı. Su Shiyu arkasını dönmüş ayrılmak üzereyken arkasından gelen ani bir ses adımlarını olduğu yerde durdurdu.


   "Fakat Su Bey, gelecekte başkalarını çok fazla önemsemeseniz iyi olur."


   Su Shiyu geri döndü. Chu Mingyun elini çenesine dayamış, kaşlarını çatarak gülümsüyordu. "Aksi takdirde, kim olursa olsun, onu öldürmekten geri durabileceğimi garanti edemem."


***


   Harbiye Nazırlığı çabuk davranarak sadece birkaç gün içinde tüm ekipmanları tedarik etti. Silahlar bileylenmiş, zırhlar sağlamlaştırılmış, erzaklar araçlara yüklenmiş ve atlar hazırlanmıştı. Emrin geldiği an ordu yola çıkabilirdi.


   Yolculuktan bir gün önce Chu Mingyun Luo Xin'i yanına çağırarak "Bugünlerde hazırlıklar nasıl gidiyor?" diye sordu.


   Luo Xin bir süre düşündü. "Efendimize raporumdur: Ritler Klasiği’ni ve Tarih Klasiği’ni okudum."


   Chu Mingyun ona karmaşık bir ifadeyle baktı. "...Neden Şiir Klasiği’ni de okumuyorsun?"


   "Ah? Onu da mı okuyacağım?" Luo Xin bir an için şaşkına döndü.


   Chu Mingyun elini kaldırarak kaşlarının arasını ovuşturdu. "Sefer başlamak üzere, bunlara ne diye bakıyorsun?"


   "Şey..." Luo Xin tüm samimiyetiyle, "Su Bey bana daha fazla okuyup çalışmamı söylemişti de. Yanlış bir şey mi var?" dedi.


   Chu Mingyun bir an sessiz kaldı ve konuyu bıraktı.


   "Harbiye Nazırlığı askerlik nişanını hazırladı. Zamanı geldiğinde gidip alırsın." Davayla ilgili birkaç kitapçık çıkararak ona verdi. "Bunlar Huainan'ın haritası ve işe yarayabilecek savaş kitapları. Ne ​​kadar beceriksiz olursan ol, eğer bunlara göre hareket edersen işi batırmazsın." Luo Xin'in düz bakışlarına baktı, durakladı ve soğuk bir sesle ekledi: "Buna rağmen mağlup olursan Huainan'da dosdoğru intihar et. Başkente dönmene gerek yok."


   Luo Xin aceleyle kitapları iki eliyle aldı. Bunu duyduğunda en ufak bir hoşnutsuzluk duymamakla kalmadı, bir de ışıl ışıl gülümsedi. "Minnettarım efendim! Sizi kesinlikle hayal kırıklığına uğratmayacağım!"


   Chu Mingyun artık umursamayacak kadar tembeldi. Ona gitmesini işaret etmek için elini salladı.


Sonraki Bölüm


   Yazar Notu:


   Nilüfer tohumu(莲子) ovuşturmanın edebiyatta örtülü bir manası var =v=


   Nilüfer(莲) kelimesi ile şefkat duymak(怜), sevgiyle şefkat duymak gibi, aynı telaffuza sahiptir, lián olarak okunur. Zǐ(子), yani tohum, bir anlamda oğul, eski çağlarda erkekler için kullanılan bir saygı ifadesidir. Yani nilüfer tohumunun ardında yatan anlam “Senden hoşlanıyorum”dur.


   Birçok şiirde duyguları ifade etmek için nilüfer tohumu kullanılır. Örneğin 无端隔水抛莲子,遥被人知半日羞。


   Tosbağa Notu:


   Şiiri çevirmeye çok üşendim, anlattığı şu ki kızın biri oğlana nilüfer tohumu fırlatmış, görüldüğünü hissedince de utançtan yerin dibine girmiş.