8
Ji Han birden konuştu: “Seni mezhebe götürmemi istiyorsan hiç sorun değil.”
Çok iyi! Planın yarısı tamamlanmış olacak!
Zhao Jiangui: “Nasıl?”
Ji Han: “Tek yapman gereken benimle müsabakaya girmek ve ben de seni mezhebe götüreceğim.”
Zhao Jiangui: “...”
Şeytanın böylesi bir daire çizip ona böyle karşılık vereceğini hiç düşünmemişti.
Görünüşe göre bu dövüşün edilmesi gerekiyordu.
“Zaman ve yer tamamen sana bağlı.” dedi Ji Han. “Tek yapman gereken meydan okumayı kabul etmek. Kesinlikle randevuya geleceğim.”
Zhao Jiangui sessiz kaldı.
Ji Han soğuk bir kahkaha attı. “Bir numaralı kılıç ustasının bir meydan okumayı kabul etmeye cesaret gösteremediği ne zaman görülmüş?”
Bu satır yoktu ki! Kafasına göre cevap vermeye cesaret edemiyordu!
Senaryo güvenilmezdi. Çok fazla şey eksikti. Kendi kendine oynaması daha iyiydi.
Ji Han: "Cesaretin var mı, yok mu?!"
Zhao Jiangui: “Meydan okumanı kabul ediyorum.”
Ji Han neredeyse yerinden fırlayacaktı. Bir elini belindeki sade görünümlü kılıca koydu. Bin yıllık bir göl kadar soğuk gözlerinde ise gizlenmesi zor bir heyecan izi vardı. "Kılıcını çek!"
Ancak Zhao Jiangui hiç kıpırdamadan oturmaya devam etti.
Yavaşça kendine bir fincan çay doldurdu.
Zhao Jiangui hiçbir zaman şarap içmezdi. Şarap insanın tepkisini köreltirdi. Ustalar arasındaki bir yüzleşmede zafer yahut yenilgi göz açıp kapamaya yetecek bir sürede belirlenirdi. Bir numaralı kılıç ustası unvanını korumak zordu. Kendisini her zaman formunun zirvesinde tutması gerekiyordu.
Ji Han kaşlarını çatarak, “Neden kılıcını çekmiyorsun?” diye sordu.
Zhao Jiangui gözlerini kaldırarak ona baktı. “Sadece şeytani mezhebin efendisinin sözünde durup durmayacağını bilmek istiyorum.”
Ji Han kaşlarını çattı. “Elbette duracağım."
Zhao Jiangui, “Pekâlâ,” dedi.
Fincanındaki çayı içti. “Zamana ve yere benim karar verebileceğimi söyledin. Bu yüzden zamanı bir yıl sonrasına ayarlıyorum.”
Bir yıllık süre Ji Han'ı oyalaması ve erdemli yolun savaş güçlerini canlandırması için yeterli olmalıydı.
Ji Han hafifçe afalladı. Yüzü birden düştü. “Benimle oyun oynuyorsun.”
Zhao Jiangui: “Zaman ve yer benim seçimim. Bunlar senin sözlerin değil mi?"
Ji Han: "...Evet."
Zhao Jiangui: “Şeytani mezhebin efendisi sözünde durur mu?”
Ji Han dişlerini gıcırdattı. "Durur.”
Zhao Jiangui: “Çok iyi, bir yıl sonra, Kılıç Söylemi Zirvesi'nde.”
Ji Han: "Heh."
Ji Han konuşmayı bıraktı.
Kendine bir kadeh şarap daha doldurdu. Yüzü kasvetli ve korkutucuydu.
Zhao Jiangui ise rahat bir nefes aldı.
Bu mezhep efendisinin hâlâ genç olmasına şükretmeliydi. Titiz düşünmesine rağmen sonuçta dövüş sanatları aleminde yürümek konusunda deneyimi yoktu.
İlk adım nihayet atılmıştı.
Ji Han aniden ayağa kalkarak dışarı çıktı.
Zhao Jiangui aceleyle onu takip etti.
Ji Han ona soğuk soğuk baktı: “Beni neden takip ediyorsun?”
Zhao Jiangui: “Beni kutsal mezhebe götüreceğine söz vermiştin.”
Ji Han, “Ne zaman söz verdim?” diye sordu.
Zhao Jiangui şaşırmıştı. "Açıkça söyledin ki-"
Ji Han: “İkimiz müsabakaya girdiğimizde seni götüreceğimi söyledim. Müsabaka bir yıl sonra yapılacağına göre beni bir yıl sonra bul. O zaman seni kutsal mezhebe götüreceğim."
Zhao Jiangui: “...”
Çok iyi, gerçekten çabuk öğreniyor.
Öyleyse mecburen alçak herif rolünü oynayacaktı.
Zhao Jiangui: “Sana söyledim, benden kurtulamazsın.”
Ji Han soğuk bir şekilde, “Biliyorum.” dedi.
Zhao Jiangui: “Sen beni götürmesen bile ben giderken seni takip edebilirim.”
Ji Han kapının dışında bekleyen arabacıyı işaret etti. “İçsel becerisinin nasıl olduğunu görüyor musun?”
Zhao Jiangui emin değildi. Bu arabacının içsel alanda bir uzman olduğunu ve onlarca yıldır üstünde çalışıyormuş gibi göründüğünü yeni fark etmişti. İçsel becerisinin düşük olmayacağı kesindi.
Ji Han: "Otuz yıldan uzun süredir becerilerini çalışıyor. Eğer sokağa çıkıp kükrerse muhtemelen bu kasabadaki insanların büyük bir kısmı bunu duyabilir."
Zhao Jiangui kaşlarını çattı. "Bunu neden anlatıyorsun?"
Ji Han: "Beni yarım adım daha takip edersen hemen ondan sokağa çıkıp bağırmasını isterim."
Zhao Jiangui: "Peki bunun benimle ne ilgisi var?"
Ji Han: “‘Zhao Jiangui iflah olmaz bir kesik kollu’ diye bağırır. Nasıl sence?”
Zhao Jiangui: “Sen…”
Ji Han: “Az önce bir baktım da, bu kasabada erdemli okuldan epey bir insan var.”
Zhao Jiangui: “...”
Ji Han soğuk bir tavırla, "Kahraman Zhao,” dedi, “buyur beni takip etmeye devam et.”
Konuşmayı bitirdikten sonra kapıdan dışarı adımını attı. Yürüyüşünde büyük bir gurur vardı.
Zhao Jiangui: “...”
Fena değildi.
Oynamayı bilen biriydi.